Geçtiğimiz günlerde, Matematiğin Peşinde adlı Youtube kanalından Ezgi Hanım ile “Portekiz, Tayvan ve Kuveyt’te Matematik” başlıklı bir söyleşi yaptık. Benim için güzel bir deneyim oldu. Ayrıca Youtube kanalında daha bir çok (hatta belki daha da ilgi çekici) video var. Bir göz atmanızı tasiye ederim.
Eğer ilgilenirseniz video iki parça halinde burada ve burada. Videoda bahsettiğim (ya da bahsetmeyi unuttuğum) bir kaç konuya buradan ekleme yapmak istiyorum. Aslında basit bir Google aramasıyla bulunabilse de, Portekiz’deki doktora programının sayfasından program hakkında bilgi sahibi olabilirsiniz. Tek senelerde dersler Porto’da, çift senelerde de Coimbra’da oluyordu ben oradayken, hala da öyledir sanırım. Daha sonra danışmanınız hangi üniversitedeyse oraya kayıt olup diplomanızı da o üniversiteden alıyorsunuz. Normal süre 1 yıl ders + 3 yıl tez olarak dört yıl. Burslar da dört yıllık. Geçenlerde doktora hocam Christian’dan öğrendiğime göre son zamanlarda yapılan bir değişiklikle, burslar artık projelere verilmeye başlanmış. Yani yanlış anlamadıysam hangi hocanın öğrencisinin burs alacağı önceden belli oluyor. Bu durum benim gibi oraya kimle çalışacağına karar vermiş arkadaşlar için avantajlı olabilir sanırım.
Videoda da belirttiğim gibi, Türkiye’de çok bilinmiyor sanırım ama hem Porto hem de Coimbra’da (ve ayrıca Lizbon’da) oldukça güçlü ve aktif matematik bölümleri var. Hocalar arasında doktorasını İngiltere, Fransa ve ABD’de yapanlar bir hayli fazla. Her sene gelen giden bir sürü matematikçi oluyordu. Hatırladığım kadarıyla, kendi alanımda çalışanlardan ben oradayken Porto’yu ziyaret edenler arasında Edmund Puczylowski, Patrick Smith, Agata Smoktunowicz, Estanislao Herscovich, Engin Büyükaşık, Jerzy Matczuk, Jawad Abuhlail, Miodrag Iovanov, Tuğba Güroğlu… bulunuyordu. Kesin unuttuğum isimler vardır. Ayrıca iki tane de Fields madalyası sahibi, Atiyah ve Kontsevich de ben oradayken gelmişlerdi. Bir de tamamen alakasız olarak, Beşiktaş da iki sezon Şampiyonlar Ligi için Porto’ya gelmişti. Futbola meraklıysanız Porto ya da Boavista’nın maçlarını canlı canlı seyredebilirsiniz.
Eger gunun birinde belki kibarliktan, belki de meraktan bana “Ee, Portekiz’de hayat nasil/nasildi?” gibi bir soru sorma talihsizligini yasadiysaniz bu ulke hakkindaki goruslerimi biliyorsunuzdur. Ancak kayitlara gecmesi ve daha once bu sorunun cevabini benden duymamis kisiler icin burada kisaca bir kez daha ifade edeyim: Dunya’nin diger ulkelerini gormeye ihtiyacim yok – Portekiz benim icin dunya uzerindeki en guzel ulke. Bu kadar da net soyluyorum. Bunun nedenlerini uzun bir sekilde, baska bir yazida anlatirim umarim.
* * * * *
Portekiz demek tabi bir taraftan da Portekizce demek. Portekizliler ve onlarin inisli-cikisli, coskulu konusmalarini duyup da bu dile hayran olmamak mumkun olsa da sempati duymamak mumkun degil diye dusunuyorum. Cumlede vurgunun her zaman yuklemden onceki kelimede, kelimede vurgunun da son hecede oldugu, (bence) mekanik ve tekduze Turkce’den sonra Portekizce (ve benzeri diller) kulaga daha hos geliyor. Ya da en azindan benim kulagima daha hos geldi. Simdi bu Portekiz ve Portekizce hayranligimi itiraf etmeme kanip da cok guzel Portekizce konustugumu sanmayin. Ne yazik ki Portekiz’de gecirdigim yaklasik bes yila ragmen bu dili gerektigi akicilikta konusamiyorum. Zamaninda onemsemedim, ogrenmesi de zor bir dil oldugu icin cok da caba sarfetmedim. Eh caba sarfetmeyince de iste Portekizce seviyeniz benim gibi “derdimi anlatacak kadar” seviyesinde kaliyor. Ancak yine de arada sirada Portekizce film seyrederken bazi cumleleri anlama konusunda fena olmadigimi gorup de seviniyorum, bir sekilde avunuyorum iste.
* * * * *
Uc yil once bugun, 12 Mart 2013 aksami, Selin ve ben Portekizce’yi ileri bir seviyeye cikarip bir siir dinletisinde siir okuduk. Olay soyle gelisti. Selin’le birlikte 2012-2013 ogretim yilinda, Portekiz devletinin duzenledigi Herkes icin Portekizce kursuna katildik. Burada hemen bir parantez acip Portekiz Devleti’nin bu kursa katilanlara ustune (hic de sembolik olmayan bir miktar) para odedigini de belirteyim. Selin A seviyesine kayit oldu, ben de daha once A seviyesini tamamladigim icin B seviyesine kayit oldum. Kurs ilerledikce kendi kendime neden A seviyesini de ayni kursta tamamlamadigima hayiflandim, cunku daha once gittigim kursa gore daha memnun kaldim. A seviyesini tamamladigim kurum bu isi bir nevi hayrina yapan vakif gibi bir kurumdu. Ancak tam bir okul olmadigi icin olsa gerek ben ogretmenlerden ve yontemlerinden pek memnun degildim acikcasi. Zaten ilk senemde kursu yarim biraktim ve A seviyesini anca ikinci senemde tamamlayabildim. Doktoramin son senesinde haftanin iki aksami ucer saati Portekizce’ye ayirma konusunda hic de istekli degildim. Yani kursa olan ilgim pamuk ipligine bagliydi. Neyse ki Selin’in israrlarina ek olarak cok iyi bir ogretmene denk geldim ve kursu tamamladim. Buradan kendisine saygilarimi gonderip kulaklarini cinlatayim, cok sempatik ve enerjik bir ogretmendi. Tum ders boyunca buyuk bir cosku ve heyecanla dersi anlatirdi. Gercekten isini severek yapan birisi oldugu belli oluyordu. Neyse, gel zaman git zaman aylardan Subat oldu. Bir gun derste ogretmen Mart ayinda bir etkinlik duzenlenecegini acikladi. Kisaca anlatmak gerekirse bir nevi okuma bayrami duzenlenecekti, ve kursa katilanlar Portekiz’in unlu sairlerinden siirler okuyacaklardi. Etkinlige katilim gonulluluk esasina dayaliydi. Siirle arasi pek de iyi olmayan ve durumu siir de yazmadigi halde “baskasinin yazdigi siiri neden okuyayim yahu” seklinde aciklayan bendeniz once olaya sicak bakmadim ve katilmaya yanasmadim. Ancak hemen yanimizdaki sinifta Selin olaya muazzam bir giris yapmis, sinifin en parlak ogrencisi olmasi nedeniyle hemen hemen her siirde bir parca almisti (siirleri cogunlukla birkac kisi paylasarak okuduk). Neyse ki benim de gaza gelip olaya girmem uzun surmedi.
* * * * *
Bana verilen siirler arasindan birisi daha ilk basta gozume carpmisti. Hani olur ya, bir secim yapmaniz gerekiyordur ve ne kadar dusunurseniz dusunun ilk basta gozunuze carpan/akliniza takilan secenekte karar kilarsiniz ve sonunda dogru secimin o oldugu ortaya cikar. O secimi yapacaginiz sanki cok onceden, henuz her sey bir gaz ve toz bulutundan ibaretken belirlenmistir. Bana da siir secimi konusunda oyle oldu. Secimimi ogretmene ilettigimde o da zaten benim onu sececegimi dusundugunu soyledi ve siiri Selin’le birlikte okumamizi tavsiye etti. Zaten az miktarda olan okuru fazla bekletmeden hangi siiri okudugumuz soyleyeyim. Okudugumuz siir Eugénio de Andrade’den “Um rio te espera” (Turkce’si “Bir nehir seni bekliyor”) adli eserdi. Hah, soylemeyi unuttum, okuyacagimiz siirlerin hepsi Porto’yla ilgiliydi. Icinden nehir gecen sehirlerin ayri bir havasi oluyor. Bir kere kesin birileri o nehir hakkinda bir siir yazmistir. Bizim siir de adindan anlasilabilecegi gibi D’ouro ile ilgiliydi. Selin’le bayagi bir calistik siir icin. Selin ozellikle oabandonado kelimesini Ingilizce’deki gibi telaffuz etmekte uzun bir sure israr etti:) Ogretmeni de her defasinda sabirla duzeltti Selin’i.
* * * * *
Sonunda beklenen gun geldi catti ve Selin’le birlikte siirimizi kazasiz bir sekilde okuduk. Ben sadece bir siir okudum, Selin kac tane siirde gorev aldi hatirlamiyorum, sayamadim bile. Sahneden hic inmedi desem abartmis olmam. Zaten kendisi de sinifin en onunde oturur, gozluklerini takar ogretmeni beklerdi. Ogretmeninin goz bebegiydi, afferindi Selin’e. Siirlerden sonra da ogrencilerin getirdigi kendi ulkelerine ozgu yiyeceklerden tattik, sohbet ettik ve guzel bir vakit gecirdik. Ilk baslarda sahne korkusu temelli tereddutlerimin bosuna oldugunu gordum ve hayatim boyunca hic unutmayacagim bir anim (ve unutamayacagim bir de siir) oldu, iyi ki katilmisim. Bu da Selin’le performansimizdan bir kare, Hale’nin objektifinden:
Siiri merak edenler icin: Google’da kolayca bulabilirsiniz ama, sozlerini de yazayim da tam olsun. Asagiya siiriin hem Portekizce’sini hem de Ingilizce cevirisini yaziyorum. Turkce’ye cevirmeye cesaret edemedim (Ingilizce ceviri de bana ait degil zaten).
“Um rio te espera”
Estás só, e é de noite,
na cidade aberta ao vento leste.
Há muita coisa que não sabes
e é já tarde para perguntares.
Mas tu já tens palavras que te bastem,
as últimas, pálidas, pesadas, ó abandonado.
***
Estás só
e ao teu encontro vem
a grande ponte sobre o rio.
Olhas a água onde passam os barcos,
escura, densa, rumorosa
de lírios ou pássaros nocturnos.
***
Por um momento esqueces
a cidade e o seu comércio de fantasmas,
a multidão atarefada em construir
pequenos ataúdes para o desejo,
a cidade onde cães devoram,
com extrema piedade,
crianças cintilantes e despidas.
***
Olhas o rio
como se fora o leito
da tua infância:
lembra-te da madressilva
no muro do quintal,
dos medronhos que colhias
e deitavas fora,
dos amigos a quem mandavas
palavras inocentes
que regressavam a sangrar,
lembras-te da tua mãe
que te esperava
com os olhos molhados de alegria.
***
Olhas a água, a ponte,
os candeeiros,
e outra vez a água;
a água;
água ou bosque;
sombra pura nos grandes dias de verão.
***
Estás só.
Desolado e só.
E é de noite.
Ingilizce cevirisi de su sekilde:
“A river awaits you”
You are alone and it is night
in the city open to the east wind.
There is much you do not know
and it is too late for you to ask.
But you have words enough for you
the final ones,
pale, leaden, and you, abandoned.
***
You are alone
and the great bridge over the river
comes to meet you.
You look down to where the boats have passed,
the water dark, thick, murmuring
of lilies or or birds of night.
***
For a moment you forget
the city and its commerce-ridden ghosts,
its crowds scurrying to construct
little coffins for their desires,
that city where dogs devour,
with extreme piety,
children glistening
in their nakedness.
***
You look at the river
as if it were your
childhood bed:
you remember honeysuckle
on the backyard wall,
medronho fruit you gathered from the tree,
then threw away,
friends to whom you sent
innocent words
that returned bleeding,
you remember your mother
waiting for you,
eyes moist with joy.
***
You look at the water, the bridge,
the rows of lights,
and once again the water;
the water;
water or woods;
pure shadow
in the long days of summer.
Cok alakasiz, onemsiz, ve kucuk seylere anlam yuklemeye bayilirim. Mesela Porto’da kullandigim metro kartlari veya guzel bir yaz gununde bizi Vila Real’e tasiyan otobusun bileti hala durur cuzdanimda. Bu siire de ayri bir anlam asilamasam olmazdi. Ne bileyim mesela “nos grandes dias do verao” deyince Porto’da gecen ama bana nedense cocuklugumda Izmir’de gecirdigim uzun yaz gunlerini hatirlatan, nehir kenarindan once Foz’a oradan da belki Matosinhos’a kadar yurunen yaz gunlerini hatirlarim. “E ao teu encontro vem a grande ponte sobre o rio” deyince hemen yanibasinda, gunesli bir gunun aksamuzerinde dostlarla oturup neseyle bir-iki bira ictigimiz su kopruyu hatirlarim:
E ao teu encontro vem a grande ponte sobre o rio
Neyse, dedigim gibi, siir herkese farkli anlam ifade edebilir. Ben ayni nehrin sularina baktigimda ne kadar derin dusuncelere dalsam da bu satirlari yazamazdim herhalde. Atlantik Okyanusu’na bakarken durum daha iyiydi, sanki biraz daha uzun baksaydim bir-iki misra cikacak gibi oluyordu. Neyse, zaten bu yuzden herkes sair olamiyor ya! Son olarak, eger Selin ve benim performansimizi merak ediyorsaniz: uzgunum, elimde bir video yok. Yani dostumuz Hale’nin cektigi bir video var ama o da Turkiye’deki bilgisayarda. Ancak performansimizin Camane’nin performansina yakin oldugumuzu soyleyebilirim 😛
Selam. Portekiz’de gecen yaklasik 5 yilin sonunda buralara ait bir seylerden bahsetmemek olmaz. Bu baglamda sizlere Portekiz’deki en buyuk ogrenci festivali olan “Queima das Fitas“tan bahsedecegim.
Kelime anlami olarak “kurdeleleri yakmak” olarak cevrilebilecek bu festival her yilin mayis ayinin basinda gerceklesiyor. Daha cok bilgi sahibi oldugum Porto ozelinden bahsedersek, mayisin ilk Cumartesi baslayip bir hafta sonraki pazar gunu sonlaniyor. Bu festival senenin son sinav doneminden once oluyor. Bu hafta boyunca akademik etkinlikler disinda geceleri unlu gruplarin konserleri, ve ogrencilerin fado ve tuna konserleri gibi muzik olaylari da oluyor. Haftanin zirve olayi ise ogrencilerin sehrin merkezinde olusturduklari kortej.
Queima’yi sehirlerdeki ogrenci federasyonlari organize ediyor. Finansmanlarini da sponsorlara ek olarak kendileri sattiklari ickilerden falan karsiliyorlar. Mesela konser alanlarinda kurulan cadirlarda icki/yiyecek/vs satan ogrenciler kazandiklari paralarla bir sonraki senenin festivalini organize ediyorlar. Anlayacaginiz icki su gibi akiyor, ne guzel.
Doldur be meyhaneci
Festival boyunca degisik siniflardaki ogrenciler degisik kostumler giyiyorlar. Son sinif ogrencileri klasik Harry Potter kostumlerine ek olarak fakultelerinin renklerinde silindir sapka ve baston kullaniyorlar. Comezler yine sefil halde, uzerlerinde garip kostumlerle bagira cagira sarki soylettirilip falan dolaniyorlar ortalikta (bu comezlere yapilan eziyetlerden daha sonra bahsetmek lazim). Diger sinif ogrencileri de klasik kostumleriyle takiliyorlar. Nereden duydugumu hatirlamamakla birlikte (muhtemelen danismanim anlatmistir), son sinif ogrencilerinin taktigi sapkalar “bilgeligi” temsil etmekte ve mezuniyetle birlikte son siniflara “siz artik oldunuz” mesaji verilmekte. Bastonlarla kafaya sembolik olarak vurulmasi ise sapkanin (=bilgeligin) kafaya oturup ogrencilerin de artik serseriligi falan birakip adam olmalarini saglamlastirma hamlesi olarak goruluyor.
Aslinda bizdeki bahar senligi benzeri bir olusum ancak -ozellikle Coimbra‘da- tum sehri etkisi altina almasi acisindan bir nebze daha buyuk bir olay. Oyle ki, bu hafta boyunca Coimbra cis ve alkol kokusundan gecilmiyor diyorlar. Ayrica bu hafta boyunca gelenegin bir parcasi olarak kiyafetleri falan kesilmis veya yirtilmis halde dolasan son sinif ogrencileri gorebilirsiniz.
*5 Ekim 2009 tarihinde canhatipoglu.blogspot.com adresinde yayinlanan yazi.
“Bu adresi başkası almadan kapayım da bir kenarda bulunsun” diye aldığım bu alanı doldurmak bu güneymiş. Boş vakit çokluğundan mı, hayatımdaki değişiklikten mi bilmiyorum ama yazmaya karar verdim işte. Umarım ileride üşenip bırakmam. Efendim doktora eğitimimi Porto Üniversitesi Matematik Bölümü’nde yapmak üzere 9 Eylül günü İzmir’den ayrılıp 10 Eylül sabahı Porto’ya vardım. Bu bir cümlede anlatılacak gibi basit bir olay değil elbette. Sevdiğin insanları geride bırakıyorsun, o en son an geldiğinde, sevgiline ne kadar sarılırsan sarıl yetmiyor, kulağına neler fısıldarsan fısılda söylemek istediklerinin yarısı etmiyor. 27 yıllık abine bu kadar çok sarılmak istediğini hiç bilmediğini farkediyorsun, annenden ayrılmak ilkokulun ilk günü gibi koyuyor, babanın karşısında sağlam durmaya çalışıyorsun ama olmuyor, doğduğun, büyüdüğün, köklerinin olduğu şehri geride bırakıyorsun… ve bu ayrılışım babamın evinden tamamen ayrılış anlamına geliyordu ve ben bunu son ana kadar farkedemedim.. benim için beklediğimden çok daha zor oldu açıkçası.
Ailemden, sevgilimden, çok sevdiğim arkadaşlarımdan, İzmir’den, yaklaşık 5 yıl çok “süpersonik” arkadaşlarla (iş arkadaşlarım ayrı bir blog yazısı yazmaya değer, bu yüzden sonraya bırakıyorum) birlikte çalıştığım Dokuz Eylül Üniversitesi’nden ayrılıp buraya gelmek benim gibi birisi için zor ve radikal bir karar. Ancak çok hayal kuran biriyseniz, gerçekleştirdiğiniz hayallerinizin sayısının gerçekleştiremediğiniz hayallerinizin sayısına oranı epsilon* kadarsa, önünüze böyle fırsatlar geldiğinde değerlendirmemek çok zor oluyor. Sonuçta Porto güzel bir şehir, buradaki matematik bölümü güzel, burs güzel -gözlerde € sembolü-, hava da limonata gibi… tek eksik nişanlım Selin. Ama o da en kısa zamanda burada olacak. Ona göstereceğim o kadar çok yer var ki burda! Tabii eğer sizin de yolunuz buralara düşerse seve seve Ribeira’da oturup birşeyler içebilir, ya da Atlantik kıyısında oturup Francesinha yiyip laflarız, bir şişe Port da benden;)
Şimdilik bu kadar olsun. Sanırım bu işi sevdim. Tekrar yazıncaya kadar hoşçakalın!
* epsilon (ε), Yunan alfabesinin 5. harfi, matematikte-özellikle calculus- küçük pozitif sayıları göstermek için kullanılır.
Bitirirken sevgili Zafer’in çok sevdiğim bir uygulamasını araklıyorum: