2023 Güz Dönemi, 9. Hafta (19 – 23 Kasım)

Vize haftası nedeniyle ara verdiğimiz derslere bu hafta devam ettik. Notların açıklanmasının ardından ofis saatine gelen öğrenci sayısında olağanüstü bir artış yaşandı (kapıda kuyruk oluşturacak kadar). Online olarak yapılan, her sorunun puanının yanında yazdığı bir sınavdan sonra hala hala not pazarlığı yapılması ilginç.

Çok değişkenli kalkülüs dersinde bu hafta katlı integrallere başladık. Önce dikdörtgenler sonra da genel (tip 1 ve tip 2) bölgeler üzerinde integral hesaplarına baktık. Arada Fubini Teoreminden ve ikili integral kullanarak alan ve hacim hesaplamalarından bahsettik. İntegralin sırasını değiştirmeyi çalıştık ve özellikle \int_{0}^{1}\int_{x}^{1}\sin(y^2)dydx gibi, sırayı değiştirmeden hesaplamanın imkansız olduğu örneklere baktık. Haftanın son dersinde kutupsal koordinatlara giriş yaptık ama bitiremedik. Önümüzdeki hafta kutupsal koordinatları bitirip öğrencilere küçük bir sınav vereceğiz. Bu sınıfta son dersimiz burada haftanın son günü olan Perşembe günü ve akşam saatinde. Haftanın son günü olduğu için olsa gerek son dersimiz güzel bir atmosferde geçti. Sınıfta the Matrix’i seyreden öğrenci sayısının fazlalığı beni sevindirdi. Ancak daha da ilginç olanı “I don’t like Mondays” adlı parçayı bilen öğrencilerin Matrix’i izlemiş olanlardan daha fazla olmasıydı. Kızımın K-pop dinlemesi konusunda yaptığım yorumlarsa sınıftaki birkaç K-pop hayranı öğrencimi üzdü sanırım 🙂

Pre-calculus dersinde de polinomların reel (ve hatta rasyonel) kökleriyle ilgili bazı sonuçlara baktık (bölme algoritması, rasyonel köklerin özellikleri vs). Ayrıca fonksiyonlarda bileşke işlemi, birebir fonksiyonlar ve bir fonksiyonun tersinden bahsettik. Bu ders o kadar dolu bir ders ki, sınıfta yeteri sayıda soru çözemediğimi düşündüğüm için Moodle’a çözümlü sorular koymaya başladım.

İyi haftalar.

Güz Dönemi 5 – 8. Haftalar

Neyse ki burayı kimse okumuyor da son üç haftadır ders günlüklerini yazmadığımı kimse fark etmedi. Aslında beşinci haftayı yazmayı unuttuğumun farkındaydım ve sonra iki haftayı birden yazarım diye düşünmüştüm. Az önce bu yazıyı yazmak için bilgisayar başına geçtiğimde üç haftadır yazmadığımı görüp ufak bir şok yaşadım.

Beşinci haftada (22 – 26 Ekim) planladığımız gibi zincir kuralı ve yönlü türevlerden bahsettik. Zincir kuralı zaten öğrencilerin tek değişkenli kalkülüsten aşina oldukları bir yöntem ve çok değişkenli fonksiyonlara genellemekte zorlanmadık. Kısaca bahsetmek gerekirse, zincir kuralının bir durumunda, eğer z = f(x,y) iki değişkenli türevlenebilir bir fonksiyonsa ve buna ek olarak x = g(t) ve y = h(t) de t‘nin türevlenebilir fonksiyonları ise, z de t‘nin türevlenebilir bir fonksiyonudur ve \frac{\partial z}{\partial t} = \frac{\partial z}{\partial x}\cdot \frac{dx}{dt} + \frac{\partial z}{\partial y}\cdot \frac{dy}{dt} olur diyebiliriz.

Haftanın önemli bir kısmında ise yönlü türevler, gradient vektörü, tanjant düzlemleri ve normal doğrularından bahsettik. Burada iki değişkenli f(x,y) fonksiyonunun \partial f/\partial x ve \partial f/\partial y kısmi türevlerinin aslında \textbf{i} ve \textbf{j} yönündeki türevleri olduğunu gördük. Bir fonksiyonun bir noktadaki en yüksek değişim miktarının nasıl bulunacağını ve hangi yönde olduğunu öğrendik. Buna bağlı olarak da kısaca bir kontur haritasındaki en hızlı inişlerden bahsettik.

Altıncı haftanın (29 Ekim – 2 Kasım) ilk dersinde “İkinci Türev Testi” kullanarak bir fonksiyonun yerel maksimum ve yerel minimum değerlerinin bulmayı öğrendik. Haftanın ikinci dersindeyse öğrenciler bu dönemki ilk küçük sınavlarını oldular. Küçük sınav dediğim öğrencilerin grup halinde ya da bireysel olarak çalışabildiği 60 dakikalık bir sınavcık. Öğrenciler verilen çok değişkenli fonksiyonun birinci kısmi türevlerini bulma; zincir kuralı kullanarak bir kısmi türev bulma; verilen çok değişkenli fonksiyonun verilen bir yönde türevini bulma, aynı fonksiyonun maksimum değişim oranını bulma; ve son olarak da bir maksimum/minimum problemini çözme görevlerini yaptılar.

Yedinci haftanın (5 – 9 Kasım) ilk dersinde, çok değişkenli bir fonksiyonun bir koşula bağlı olarak maksimum/minimum değerlerini bulmaya yarayan (örneğin, bir S yüzeyinde orijine en yakın olan noktaları bulmak gibi) Lagrange Çarpanları yöntemini gördük. Haftanın ikinci dersindeyse önümüzdeki hafta yapılacak olan vize sınavı için genel bir tekrar yaptık.

Sekizinci haftada (12 – 16 Kasım) vizeler dolayısıyla ders yok. Haftaya çok değişkenli fonksiyonların integrallerine geçeceğiz.

Pre-Calculus dersinden bahsetmek gerekirse, aradan geçen zamanda fonksiyonların özelliklerini (tek/çift, artan/azalan, maks/min değerler, fonksiyonların grafikleri) bitirdik ve fonksiyonların sınıflandırılmasına başladık. Doğrusal ve kuadratik fonksiyonlar ve eşitsizliklerden sonra bu hafta polinom fonksiyonlar ve rasyonel fonksiyonlar ve bunları içeren eşitsizliklerden bahsedeceğiz.

Bir Dizi Daha Bitti – Sons of Anarchy

Blog’da taslak halindeki yazilara bakarken 2017’den kalan bu yaziyi ve neredeyse tamamlanmis oldugunu gorunce “Aa ben bunu neden yayinlamamisim ki?” diye sordum kendi kendime. Netflix’te de oynayan bir dizi, eger izleyecek bir dizi ariyorsaniz bir sans verebilirsiniz. Asagidaki yazi 2017’den kalma. Sadece bu onsozu simdi yazdim. Ayrica dizideki Opie rolundeki Ryan Hurst simdi de the Walking Dead’de Beta karakterini canlandiriyor.

Dün akşam Selin’le bir dizi daha bitirdik, ve bu diziyi buradan paylaşmak istedim. Dizinin adı Sons of Anarchy (kısaca SOA). Şimdiye kadar hiç “En İyi x Dizi” (where x is a natural number) listesi yapmadım, ama eğer yaparsam Six Feet Under ile birlikte SOA listenin bankoları olacaktır. Dizi, Sons of Anarchy adlı motorsiklet kulübünün bir üyesi olan, otuzlu yaşlarının başındaki Jax Teller’ın, klüple ilişkisi ve yeni doğan oğluna karşı görevleri arasında bir denge bulmaya calışmasının hikayesiyle başlıyor.

Daha da acacak olursak. SOA, Charming’te yasal ve yasadisi isler yuruten bir motorsiklet kulubu. Silah kacakciligi ve tamirhane islerini bir arada yurutuyorlar. Kulubun baskani Clay isleri eski usul gormeyi seviyor ve siddet taraftari. Clay’in uvey oglu ve baskan yardimcisi olan Jax’in ise kulubun gercekten ne yapmasi gerektigi konusunda supheleri var. Diger yandan da yeni dogan oglunun da Jax’in kafasini kartistirmasi var. Eski bir kulup uyesi olan babasi John’un gunlugunu okuyunca da Jax’in bu dusunceleri percinleniyor. Dizinin ilk sezonlari Clay ve Jax arasindaki bu catismanin etrafinda donuyor.

Selin’le yeni dizi politikamiz geregi artik bir kac tane devam eden dizi disinda (Supernatural, the Walking Dead, Game of Thrones) oynayip bitmis dizileri izliyoruz. SOA yedi sezon ve 92 bolumluk bir dizi, 2008 ve 2014 arasinda yayinlanmis. Sadece Jax degil, yedi sezon boyunca dizideki bir cok karakteri ayrintili tanima firsatimiz oluyor. Dizinin guzel bir yani bence dizideki butun karakterlerin kotu insanlar olmasi. Ilk baslarda Tara farkli diyorsunuz, ama bakiyorsunuz o da cozutuyor. Ya da Juice’a biraz farkli gozle bakiyorsunuz ama sonuc yine husran. Belki Opie’yi farkli bir kefeye koyabilirz. Evet, Opie baska.

Benim diziden daha once tanidigim tek oyuncu Clay Morrow karakterini canlandiran Ron Perlman’di. Gemma rolündeki Katey Segal daha önce Married With Children’da oynamış ama takip etmediğim bir diziydi. Sinema elestirmeni degilim ama bence oyuncu secimleri ve oyunculuklar guzeldi, benim gozume batan bir sey olmadi yani. Bu diziyi soyle 10-15 yil once izlemis olsaydim, ortalikta ben SOA’ciyim falan diye gezer, ben motor alicam diye tutturur, ya da en azindan MSN ya da ICQ durumuma “Come join the murder / come fly with black / we’ll give you freedom / from the human trap / soar on my wings / you’ll touch the hand of god / and he’ll make you king” falan yazardim ama yapmayacagim (ya da galiba yaptim bile).

Simdilik Opie’nin “I got this” ve Jax’in “Bad guys lose” replikleri diziden taze taze aklimda kalanlar. Bir de tabi dizinin efsane muzikleri yadigar kaldi. Bu arada, “murder” kelimesinin bir diger anlami da karga surusu demekmis. “A murder of crows” gibi yani. Yalniz bu referans icin yedi sezon beklemeniz gerekecek.

Sons of Anarchy IMDB sayfasi: http://www.imdb.com/title/tt1124373/

Simdi sirada True Detective Sezon 2 var.

SOA.jpg

Cesur Yeni Dunya: Coronavirus, Uzaktan Egitim, ve prepperlar

Ilginc zamanlardan geciyoruz, heyecan ve ayni zamanda endise verici zamanlar. Burada (yani Kuveyt’te) tum okullar iki haftadir tatil ve (simdilik) Mart sonuna kadar da oyle kalacak. Hollywood filmlerinde izlemeye aliskin oldugumuz senaryolarin icinde bulduk kendimizi birdenbire. Ancak izlemesi guzel olan bu senaryolari yasamak cok da keyifli degilmis.

Gelismelere paralel olarak benim calistigim universite de 2 hafta once dersleri askiya aldi ve bu haftadan itibaren de online egitime gecildi. Su siralar haril haril powerpoint falan hazirlaniyor. Bu hatfa ogrencilerimle ilk online derslerimi yaptim. Onumuzdeki hafta da bazi platformlar araciligiyla daha interaktif bir uzaktan egitim macerasina baslayacagiz. En basindan beri tahtada ders anlatmaya (hatta mumkunse tebesirle) meyilli birisi olarak bu tur zimbirtilardan olabildigince kacmaya calistim, ancak buraya kadarmis. Universitenin uzaktan egitim el kitabinda da dedigi gibi “necessity is the mother of invention”.

Durum karsisinda gozledigim kadariyla tepkiler degisken. Durumu ciddiye almayanlar da asiri ciddiye alanlar da mevcut. Ozellike Turkiye vakanin gorulmesinin gec olmasi bakimindan diger ulkelerin gerisinde. Aslinda bu durum diger ulkelerin hatalarindan ders alip hazirlanmak icin bir avantaj olarak gorulebilir. Turkiye’de bence tehlikeli olan sey bu durumu onemsiz bir seymis gibi gostermek. Hastaligin buyuk cogunlukla yaslilarda ve kronik hastalarda olumcul olmasi argumani insanlarda rehavete sebep oluyor. Buna ilk baslarda ben de kapilip salgini kucumsemistim ama bu arguman olayin sadece bir boyutu. “Her yil soguk alginligindan su kadar insan oluyor” onermesi bence saglikli cikarimlar yapmak icin tek basina yeterli degil. Burada her sene ne kadar insan soguk alginligi geciriyor bilmiyoruz, dolayisiyla “olumculluk” kiyasi yapmak icin gerekli olan olum oranini bilmiyoruz. Sunu ben de kabul ediyorum ki, hic semptom gostermeden Covid-19’u atlatan insanlar oldugunu da dusundugumuzde corona’nin olum orani su anda hesaplanandan da dusuk oluyor. Yani evet, “cok da olumcul bir hastalik degil” sanirim.

Diger yandan da mesele salt koronavirusten olup olmemek degil. Koronavirusu hafif atlatmak bireysel anlamda iyi bir gelisme olarak gorulebilir ancak yine de bu kisiler bilmeden hastaligin yayilmasina sebep olabilirler. Vaka sayisinin artmasi lojistik ve ekonomik sorunlari da beraberinde getiriyor. Italya’da yogun bakim unitelerinin yetersiz kalmasindan soz ediliyor. Salginin buyumesi durumunda Turkiye sizce durumla nasil bas edebilir? Vaka sayisinin sicrama yapmasiyla insanlarin panik yapip marketlere hucum etmesini ve tedarik zincirinin aksamasini hayal edin. Insanlar virusten korksun demek olmekten korkmak degil, salgini ustesinden gelebilecegimiz bir halde atlatmak aslinda. Yani zararsizmis gibi davranmak yerine, ciddiye alip onlem almak ve vaka sayisini idare edilebilir duzeyde tutmak gerek. Mantikli olan insanlari bu konularda acik acik uyarmak, gercekten seffaf olmak ve isin ciddiyetini insanlara ogretmek diye dusunuyorum. Istatistiksel olarak cok buyuk olasilikla dunyanin sonuna dogduk[1]. Yani “dunyanin sonu geldi” diyenlerin hakli olmasi matematıksel olarak cok olasi.

Bu durumda vatandaslara ve devlete buyuk is dusuyor. Umarim devletimiz beni yaniltir ve bu sinavdan super bir sekilde cikar. “Virus laboratuarda uretilmis” gibi kanit falan sunmadan sallayanlara ya da “kuresel gucler yine bir isler ceviriyor” diyenlere kulak asmayin. Lutfen isi ciddiye alin, kurallar basit. Guvende ve saglikli kalin! Yapilmasi gereken vaka sayisini saglik sistemlerinin kaldirabilecegi seviyenin altinda tutmak. Buna da “vaka-zaman egrisini duzlestirmek” diyebiliriz:

Tam ben bu satirlari yazarken Kuveyt resmen iki hafta boyunca ulkeyi kapatmaya karar verdi. Havaalani, alisveris marketleri, restoranlar iki hafta boyunca kapali… Cesur Yeni Dunya’ya hos geldiniz!

[1] Nufusun her nesil iki katina ciktigi ve sonunda kaynaklari tuketip yok oldugu bir gezegen hayal edin. Eger bu gezegende yasamis ve yasayacak olan butun bireylerden birini rastgele secseydik, %99 olasilikla bu birey gezegende yasamis son nesillerden birine dusecektir.

Memurlara Verilen Zam Gerçekte Ne Kadar?

Geçtiğimiz günlerde memurlara 2016 ve 2017 yıllarında verilecek zam oranları açıklandı. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in açıklaması sırasında sarfettiği bir cümle beni bu yazıyı yazmaya itti.

Öncelikle, memurlara 2016 yılı için yüzde 6+5, 2017 yılı içinse yüzde 3+4 zam yapıldığını belirtelim. Buna göre memurlar 2016’nın ilk altı ayında yüzde altı, ikinci altı ayında da yüzde beş zam alacak. Beni bu yazıyı yazmaya itense Bakan Bey’in bu oranları açıklarken 2016 yılı zam oranının “kümülatif olarak yüzde 11,3 olacağını” söylemesi. Ben bu ifadeye televizyonda denk geldim ancak aynı ifade milliyet.com.tr’de de yer alıyor, şuradan ulaşabilirsiniz.

Bu açıklamayla ilgili şöyle bir sorun var, Faruk Çelik böyle yüzde 11,3 vurgusu yaparak aslında zammın sanıldığının aksine yüzde 11’den de fazla olduğunu vurguluyor. Bu ise en basitinden bir yanlış bilgilendirme. Bakan’ın söylediği şu açıdan doğru: Aralık 2015’te 100 TL maaş alan bir memur Temmuz 2016’da 111,3TL maaş alacak, ve böylece maaşında Aralık ayına göre yüzde 11,3’lük bir artış olacaktır. Ancak bakanın açıklamasında sanki bu 11,3 rakamı memurların 2016’da alacağı toplam zam oranıymış gibi yansıtıldığı için canım sıkıldı.

Bence yetkililer bu açıklamayı dört işlem bilmeyen, ya da daha doğrusu matematik düşünmeye üşenen, matematik düşünmekten sakınan toplulukların olduğu gibi kabul edeceğini bildiği için bu şekilde yapıyorlar. Yoksa kendilerinin bu önermenin doğru olmadığını bilmeleri gerekir diye düşünüyorum.

Memurların 2016’da alacağı gerçek zam da aslında şu şekilde: 2015 Aralık’ta 100TL alan bir memur 2016’nın ilk altı ayında toplam 636TL maaş alacak. Aynı yılın ikinci yarısında ise 667,8TL maaş alacak. Böylece bu kişinin eline 2016 yılı boyunca eline 1303,8TL para geçecek. Bu miktar onikiye bölünerek bu kişinin 2016 yılı aylık ortalama maaşının 108,65TL olduğu görülebilir. Bu da aslında memurlara verilen gerçek zam miktarının yüzde 8,65 olduğu demek.

İşte biz bilimsel eğitim, temel bilimler ve en başta matematik eğitiminin bir toplumun ilerlemesi için ne kadar önemli olduğunu boşuna söylemiyoruz. Doğru düzgün hesap yapabilen, düşünen, sorgulayan bir birey için bu hesabı yapmak hiç de zor değil. Ancak tam da aksine toplumda matematikten anlamamak övünülerek söylenen bir şey olduğu ve sürece yöneticler rahat rahat böyle kelime oyunlu açıklamalar yapmaya ve insanları yanlış bilgilendirmeye devam edecektir. Bakanın bu açıklamasını duyup da “Bir dakika ya…” deyip bu işte bir yanlışlık olduğu hissine kapılacak kadar bir matematik içgüdüsüne erişmenin çok da zor olmadığını düşünüyorum.

Hatalıysam bildirin.

Tayvan’da Vergi Dairesi Deneyimi

Jpeg

Bugun gelir vergisi islemleri icin Tainan’daki yerel vergi dairesine gittim. Burada vergi konusunda soyle bir uygulama var. Eger yabanciysaniz, bir takvim yili icinde (1 Ocak – 31 Aralik arasi) Tayvan’da alti aydan az kaliyorsaniz odeyeceginiz gelir vergisi en yuksek miktardan hesaplaniyor. Belki Turkiye’de de benzer bir uygulama vardir, yabanci sporculara falan sormak lazim. Biz buraya 30 Haziran 2014’te geldik. Dolayisiyla bir gun bile Tayvan’dan cikmamamiz gerekiyordu daha az vergi odemek icin. Sonra ogrendik ki bu adamlar benden vergiyi en yuksek oranda keseceklermis ve eger 2014 sonunda ulkede alti aydan fazla kalmis olursam 2015’te bir vergi iadesi basvurusu yapip odedigim fazla vergiyi geri alacakmisim. “Ne yapalim saglik olsun” dedik, hem boylece zorunlu olarak para da biriktirmis olacaktik.

Bugunku bu is icin ucuncu gidisimdi. Ilk gidisimde bu isi halledememem onlarin kabahati: “Esinizin oturma izninde evli oldugu yaziyor, ama sizle evli oldugu yazmiyor. O yuzden evlilik belgesi getirmeniz lazim.” dediler ilk gittigimde. Neyse ki evde hazirda bir evlilik belgemiz vardi. Ancak dun ikinci gidisimde de banka cuzanimi yanima almadigimi farkettim. Bolume gidip banka cuzdanini alip tekrar vergi dairesine gitmek benim huyum degildi, demek ki o gun hallolmayacakti bu is. Israr etmeye gerek yoktu.

Neyse bu sabah artik her seyi yanima aldigimdan emin olup tekrar gittim vergi dairesine.  Sadece yabancilarla ilgilenen bir gorevli abla var. Artik son bir haftada beni ucuncu gorusu oldugu icin midir bilemem, hatirladi beni ya da hatirlar gibi yapti. Benden daha once gelmis olan Japon bir abi vardi. Goz ucuyla ona baktim biraz ne yapiyor diye. Pek ne yaptiginin farkinda degildi, elindeki belgeleri evirip ceviriyor ve verilen formu dolduruyor gibi yapiyordu. “Oh be yalniz degilmisim” dedim kendi kendime ve rahatladim. Cunku ben de daha onceki gelisimde aldigim formda sadece kimlik bilgileri kismini doldurmustum. Bu is icin onemli butun bolumler bombos duruyordu.

Sonra gorevli benimle ilgilenmeye basladi ve direk hangi bosluga ne yazmam gerektigini Bilal’e anlatir gibi anlatti. Tabi oncesinde telefonda uzun bir sure konustu, kikirdedi falan. “Memur her yerde memur arkadas!” dedim yanimdaki Japon abiye, ama icimden. Neyse, hakkini vermek lazim, ben elimde formlar olmasina ve her sey acik acik yazilmis olmasina ragmen vergi jargonuna aliskin olmadigim icin formu dolduramamistim. Kadin olmasa da dolduramayacaktim. Ben ne anlarim deductiondan, exemptiondan. Ben en fazla vergi iade zarfi doldurmayi biliyorum.

Her sey bes dakika icinde bitmisti ve belgelerimi geri almak icin beklemeye baslamistim. Bu arada sonradan gelen yabanci bir ablayla da muhabbet ettik. Daha onceki yazilarin birinde bahsetmistim. Tayvan’da iki yabanci birbirini gorunce eger durup konusacak bir ortam varsa mutlaka konusuyor. Yani ben hic konusma baslatmadim ama tren istasyonunda vs beklerken gelip konusanlar oldu hep. Vergi dairesindeki abla da bana ne zamandir Tayvan’da kaldigimi sorarak muhabbeti baslatti. Ben hikayemi anlattim, on aydir burada oldugumu soyleyince daha yeni oldugumu soyledi. Kendisi de Yeni Zelanda’dan gelen bir misyonermis. Bu yurtdisinda karsilastigim ikinci misyonerdi, digeri de Portekizce kursundaki, yillarini Angola bozkirlarinda Hristiyanligi yayarak gecirmis birisiydi. Neyse, kendisi 26 yildir Tayvan’da oldugunu soyleyince bana neden “sen yenisin buralarda” ayagi cektigini anladim.  Misyoner oldugunu soyledigi anda “Gecen Pazar seni kilisede goremedim” ya da “Isa hakkinda konusmak istermisin” diyecek diye kendimi hazirlayip bekledim. Nedense kafamda misyonerler hakkinda boyle bir onyargi var. Bir-iki dakika konustuktan sonra kadinin sirasi geldi, ben de gitmek uzereydim zaten. Bu islemin bu kadar kolay olacagina inanamadigim icin bir sure daha orada kalmakta israr ettim. Islemin bittiginden iyice emin olduktan sonra da binayi terk ettim.

Boyle ayak islerini hic sevmemek ve son gune birakmak gibi kotu bir huyum var. Bu huydan kurtulmak icin boyle isleri hallettikten sonra ufak tefek odullerle kendimi simartiyorum 🙂 Odul dediysek de buyuk bir sey degil, alt tarafi donuste McDonalds’tan bir Oreo McFlurry aldim. Orada da ilginc bir olayla karsilastim. Saatin erken oldugundan haberim yok tabi, ben gittigimde McDonald’sin da icinde bulundugu (ve Tainan’daki en uzun binalardan biri olmasi sebebiyle “tall building” olarak adlandirdigimiz ve bir referans noktasi olarak aldigimiz) alisveris merkezi henuz acilmamisti. Acilmasina birkac dakika oldugu icin bekledim. Neyse mekan acilinca iceri girdik benim gibi bekleyenlerle birlikte. Ilginc olan olay da, kapidan girer girmez icerideki istisnasiz butun dukkanlarin calisanlari dukkanlarinin kapisinda musteriler onunde egilip hosgeldiniz diyordu. Onemli bir heyet falan ziyaret ediyor ve ben de aralarina karistim herhalde falan diye etrafima bakindim ama pek oyle gorunmuyordu. Yani rutin uygulama bu sekildeymis. Her sabah dukkan calisanlari ilk musterileri boyle kapida onlerinde egilerek karsiliyorlar. Alt tarafi bir dondurma alip ciktigim icin utandim biraz acikcasi 🙂

Hoscakalin! 再见!

(Alinteri degil Google Translate)

Tainan Şehir Tanrısı Tapınağı

City God Temple
Tapinak islek bir caddede trafigin icinde kalmis durumda.

Sehir tanrisi tapinaklari Çin toplumunda her yonetim merkezinde insa edilmis. Tainan’da da bu tapinaklardan her biri farkli konularla ilgilenen uc adet var. Bunlardan en eskisi, en buyugu ve en onemlisi bu yazida tanitacagim Cheng-Huan (yani sehir tanrisi) tapinagi, sadece Tainan’in degil Tayvan’in da en eskisi.

_DSC4587
Karsinizda sehir tanrisi.

Bu tapinaktaki sehir tanrisi adli ve yerel yonetim konularinda sorumlu. Tapinak 1669 yilinda kurulmus ve yuzyillar icinde birkac defa yenilenmis ve sonunda su anki halini 1777’de almis. Nasil ki devlet gorevlileri halkin bu dunyadaki isleriyle ilgileniyorsa, sehir tanrisi da ayni seyi oteki taraf icin yapiyor. Tapinagin bas tanrisi olan Duke Wei Ning‘in gorevi hayata veda eden insanlarin yasamlarindaki eylemlerini degerlendirip ruhlarinin cennete ya da cehenneme gidecegine karar vermek. Sehir tanrisi bu isi yaparken insanlarin iyi ve kotu davranislarini degerlendirmek icin dev bir abakus kullaniyormus.

_CSC4674
Tanrinin hesap kitap islerini hallettigi abakus.

Tapinagin genel mimari yapisi bir mahkeme salonunu temsil etmek üzere sekillendirilmis ve içerideki karanlık ve kasvetli atmosfer size bunu hissettiriyor sanki. Tapınakta bulunan ve üzerinde “Iste geldin” yazili ahsap tablet insanlara herkesin bir gün hesap vereceğini hatırlatan bir uyarı niteliğinde. Sanki bir “her canlı olumu tadacaktır” havası veriyor. Tapınaktaki tüyler ürperten baska iki tablette de asagi yukarı “tum yaptigin hile ve kotuluk iken, tutsu yakmak neye yarar” ve “eger içinde iyilik varsa, ibadet etmek ya da etmemek ne fark eder” yaziyor.

Sehir tanrisinin iki yaninda 24 tane yardimcisi bulunmakta ve bir devletin organlari gibi bu yardimcilarin da her biri farkli bir daireyle (egitim, bilgi, cehennem vs.) ilgileniyor. Bu tapinaklar sehir yoneticileri icin onemli sayilmakta ve yeni atanan yerel yonetim yetkililerinin gorevlerine baslamadan once buraya gelip dua etmeleri gerekiyormus.

 

Ben beğenmedim (öeeh)*

*28 Aralik 2009’da canhatipoglu.blogspot.com’da yayinlandi

Avatar’ı izledim nihayet. Zamanında TRT’de Alin Taşçıyan’ın yanında çıkan hiçbir filmi beğenmeyen amca gibi olmak istemem ancak bende 3 boyut teknolojisi ve sinemadan eve getirdiğim gözlük dışında pek bir iz bırakmadı açıkçası. Belki bunun baş sorumlusu bana gaz verip beklentilerimi yükselten İzzet’ti ama olmadı işte. Tamam görsel olarak eyvallah güzel iş çıkarmışlar. Zaten Modern Warfare II‘yi yapan insanoğlu böyle filmler yapmakta geç bile kaldı bence. Gerçi burda şunu da belirtmem gerekir, bu 3d teknolojisi benim açımdan filme çok bir şey katmadı. Yani demek istediğim ben bu filmi 3d izlemesem de aynı tadı alacaktım. Neyse teknolojisine lafım yok yine de, ama konu olarak filmden gerçekten bir şey almadım. Konu da hep aynı be kardeşim. Ne bileyim galiba artık yaşlanıyorum. Misal dün gece izledğim Che Part One filmi bana Avatar’dan daha çok keyif verdi. Gerçi o film de Che ve Küba devrimi hakkında çok bilgisi olmayan izleyicilerin kafasını karıştırabilir. Neyse diyeceğim ben artık olaya daha çok önem veriyorum galiba. Tamam diğer ırkın tipleri, insanlardan uzun olmaları, kuşlar yaratıklar böcekler falan iyi düşünülmüş. Gerçi ben sevişme sahnesinde kuyrukları birleştirecekler diye çok bekledim, orası olmamış, neyse. Yani ne bileyim bundan daha iyi birçok bilimkurgu, fantastik vs sayabilirim. Belki bu sene Inglourious Basterds‘ten sonra izlediğim en iyi film (gerçi bir senede izlediğim filmleri düşünürsek baya iyi bir değerlendirme bu film için) ama hala benim için Matrix, The Empire Strikes Back, ya da Terminator kadar güzel bir film değil. Tabi bu duygu ve düşüncelerimde koltukların rahatsız olması ve filmi geç bir vakitte uykulu olarak izlemiş olmam da etkilidir. Ama normal şartlar altında da izlesem fikrim çok değişmezdi. Koltuklar biraz küçük geldi bana. Ya da benim çanak büyümüş biraz bilmiyorum. Ama 1.80’in üstündeki hafif iri her insana “aha Alman bu herhalde” denilen bir ülke için bu koltuk boyutları normal olsa gerek.

Yani öyle çok çok süper bir film değil, imdb’de de 8 verdim, çok bile (evet notum boldur). Çok sevdiğim bir arkadaşımın dediği gibi, “8’i ben veririm, 10’u kendi alır”.

Şimdi tekrar düşündüm de, görsel olarak film gerçekten çok güzel, hakkını yemeyelim. Ama konu zayıf kalmış. Ayrıca bir de gereğinden fazla uzundu.

15 Tatillerin En Güzeli!*

* 11 Mart 2010’da canhatipoglu.blogspot.com’da yayinlandi.

Bunca yıllık öğrenciyim, bu seneki gibi bir 15 tatil yaşamadım (bu 15 tatil lafına da hastayım*). Öğrenci milletinin tatile bakış açısı malum. Gerçi sadece öğrenci milleti de değil, tatili kim sevmez ki. Öğrencilere has olan 15 tatil (bir diğer adıyla Şubat tatili, ya da sömestir tatili) ve yaz tatili 9 Eylül’de çalışmaya başladığımdan beri bana pek bir anlam ifade etmemeye başlamıştı. Şubat demeden, yaz demeden okula (yani işe) giderdim (!) Tam da bu güzel öğrencilik olayı hatıralarda tatlı bir anı olarak yerini aldı demişken bu sene Porto’ya gelmemle eski dostlarım, tatiller tekrar anlamlı hale geldi. Ve geçtiğimiz Ocak sonu – Şubat başında tatil için İzmir’e gittim. Kulağıma çok garip geliyor yahu: tatil için İzmir’e gitmek. Doğduğum, büyüdüğüm şehre artık tatil için gidiyorum evet.

20 buçuk saatlik uykusuz (ama ucuz) yolcuğun sonunda vardığım havaalanında Selin’i görünce bütün yorgunluğumu unuttum, kucaklaştığımız o anda Adnan Menderes Havaalanı Selin’le birlikte çok güzel anlar geçirdiğimiz her yerin toplamından daha güzel bir yer oldu. Selin’le bu ilk ayrı kalışımız değil, ancak her ayrılışımız daha da zorlaşıyor ve bunun bir sonucu olarak her kavuşmamızda da daha fazla bir duygu yoğunluğu oluyor. Annem de tabi her zamanki gibi duygusal, giderken de ağlıyordu, döndüğümde de beni gözyaşlarıyla karşılayarak otoriteleri yanıltmadı. Kendimizi eve atar atmaz tatlı bir yorgunlukla, en sevdiklerimle hasret gidermeye başladım. Tatil boyunca evde sabah kahvaltıyı Müge Anlı eşliğinde yaptım, akşamları annemlerin izlediği dizilere takıldım, 5 çayı yanında hamur işleri, akşam yemeklerinde en sevdiğim yemekler.

Kısa süreli tatiller dışında İzmir’i daha önce terk etmemiş birisi olarak şehrime tatil için gitmek değişik oldu, güzel oldu. Ancak zıbartıcı soğuk, hava kirliliği ile birleşince İzmir’e yazları gitmek daha mantıklı geliyor bana artık. Karşıyaka, Bostanlı sahili, Alsancak, Bornova çarşı, Küçükpark.. hepsini özlemişim.

Bu ziyaret sırasında çok mutlu olduğum bir başka nokta da beni seven insanların varlığını tekrar görmem oldu. 2 haftalık tatil çok yoğun bir programla geçti. Her arkadaşımla keşke daha fazla vakit geçirebilseydim, göremediğim arkadaşlarımı keşke görebilseydim. Hemen hergün birileri çağırdı, telefon etti sağolsun İzmir’de olduğumu bilen. Bostanlı sahilinde çivi gibi soğuk havada liseden arkadaşlarla kadeh tokuşturduk, 9 Eylül’deki arkadaşkarla keyifli vakitler geçirdik, Zafer’le küçük park… kısacası benim için en özel tatil oldu hakket.

10 yıl boyunca bir mensubu olduğum matematik bölümüne de sade vatandaş olarak gitmek garip bir duyguydu.

Malesef zaman su gibi aktı, hergün birlikte olsak da yetmedi, doyamadım sevdiceğime. Birlikte geçirdiğimiz her akşamın ardından onu evine bırakırken, kısacık tatilden bir günün daha eksildiğini bilmek beni kahretti hep. Saatler saniyeler kadar çabuk geçti, ve tatil bitti gitti.

Havaalanında vedalaştığımız o an da, tatilin son günü Pazar gecesi banyo yapıp yatmak gibi geldi.

* Henüz ilkokula giden, benim için ailedeki küçük kardeş eksikliğini gideren Batuhan’la bir tartışma yaşadık bu “15 tatil” üzerine. Kendisine sömestir ödevini yaptırırken, okulların Pazartesi açılacağını ve ödevini bitirmesi gerektiğini söylediğimde, bana bu tatilin adı üstünde 15 tatil olduğunu, ve dolayısıyla Pazartesinin de tatil olduğunu ve okula Salı gideceğini söyledi. Ben de karşı bir atakla kendisinin zaten ilk Cumartesi-Pazarı da sayarsak tatilinin 16 güne çıktığını ve aslında Pazar günü okula gitmesi gerektiğini söylediysem de yemedi, kabul etmedi. Neticede kendisi Pazartesi okula gitti ve ben kazandım** Hazır Batuhan’dan bahsetmişken, kendisine matematik çalıştırmak bana çok zevkli geliyor. Okulda öğretilenin dışına çıkıp onu şaşırtan şeyler sormak, farklı yollardan düşünmeye teşvik etmek, onu yeni şeyler öğrenirken seyretmek çok güzel. Gerçi benim yöntemlerime Selin eğitim bilimlerinden terimler kullanarak karşı çıksa da ben devam ediyorum. Eğitim fakülteleri benden iyi mi bilecek canım!

** Biliyorum bazı şeyler yaşanınca güzel, ama benim için çok güzel bir tartışmaydı, buraya yazıp ölümsüzleştirmek istedim.