Tainan’in bati bolgesini olusturan kismi gezip gorulecek bir suru yerle dolu. Daha once de bahsettigim Sehir Tanrisi Tapinagi, Konfucyus Tapinagi, bir sonraki yazida bahsetmeyi planladigim Koxinga Tapinagi ve 5 Cariyeler Tapinagi da sehrin bu kisminda bulunuyor mesela. Anping dedigimiz kisim da bu bati bolgesinin de bati kismi oluyor. Hollanda Dogu Hindistan Sirketi merkezini buraya tasidigi zaman, Zeelandia Kalesi’ni buraya insa edip, bugun Anping diye anilan bolgeye yerlesmis 17. yuzyilda. Tainan’in herhalde en gezilesi yeri desem yanlis olmaz. Hatta buradaki dostumuz Torsion bizi ilk defa gezmeye cikardiginda da buraya getirmisti.
Bu arada Cin tarihi Cin-Hollanda, Cin-Portekiz, Cin-Ingiltere savaslariyla dolu. Bunlarin da hepsinin ilginc hikayeleri var. Tabi arada Hollanda-Portekiz savasi falan da var, hep Cin’le degil kendi aralarinda da savasmislar. Savaslarin cikis sebepleri de dogal olarak bu ulkelerin ticari cikarlari. Mesela Hollanda-Cin savasinin cikis sebebi, Hollandalilarin Cinlileri limanlarini Hollandali tuccarlara acmak icin baski yapmalari ve Portekizlileri (yani rakiplerini) Macau’dan cikarmalarini istemeleriymis. Cinliler kabul etmeyince de savas yapiyorlar ve Cin ustun geliyor. Sonunda Hollanda Cin tarafindan merkezini Tayvan yakinindaki kucuk bir ada takimi olan Penghu’dan alip yukarida bahsettigim Anping’e tasimaya zorlaniyor (Bunun mantigini anlayamadim yalniz). Neyse, konudan sapmayalim. Gezi sirasina gore gordugumuz mekanlari tanitayim direk.
Tainan Buyuk Matsu Tapinagi
Ilk durak olarak buradan basladik. Tanrica Matsu denizcileri ve balikcilari koruyan deniz tanricasi. Tayvan da ada oldugu icin haliyle oldukca onemli bir tanrica Tayvan’da. Burasi da Matsu’ya adanmis bir tapinak. Ayrica bir cok tapinakta oldugu gibi tapinagin ana tanrisi/tanricasi disinda yan hollerde daha kucuk tanrilar da oluyor. Buranin bir yan odasinda da egitimden sorumlu simdi adini hatirlayamadigim bir tanriya adanmis bir kisim daha var. Derslerini gecmek isteyen ogrenciler buraya gelip, uzerinde ogrenci numaralari, adlari soyadlari ve resimleri olan, yani kendilerini tam olarak tanitici birer belge, ogrenci belgesi fotokopilerini falan birakip derslerinde basarili olmak icin dua ediyorlar.
Guncel olaylari da takip eden bir blog yazari olarak, Diyanet Isleri Baskanligi tartismalari surerken ilgic bir not duseyim suraya. Ogrendigim kadariyla Tayvan’da tapinaklari halk finanse ediyor. Ya da halk demek yerine cemaat finanse ediyor demek daha dogru sanirim. Yani kisacasi devletten herhangi bir odenek almiyorlar. Hatta bu bahsettigim Matsu tapinaginin onunde buyuk kolonlar var, su sekilde:
Bu kolonlarin ayaklarindaki sari kisimlarda da insaat sirasinda belli bir miktarin uzerinde bagis yapan kisilerin isimleri yazilmis mesela. Neyse, tapinagin adandigi tanrica Matsu’ya donecek olursak. Dogdugunda aglamadigi icin kendisine “Sessiz Kiz” adi verilmis. Kendisinin Turkce wiki sayfasi Ingilizce versiyonu kadar iyi gorunuyor, buradan kendisi hakkinda daha fazla okuyabilirsiniz. Tapinagin disaridan gorunusu de su sekilde:
Bana anlatilana gore tapinaklarin catilari Tayvan’da genelde boyle “suslu” oluyormus, anakaradaki yani Cin’deki tapinaklarin catilari biraz daha sade oluyormus. Ayrica Cin mitolojisinde ejderhalar iyi varliklarmis (aralarinda kotuleri de var birkac tane diye de uyarildim yalniz. Aklinizda bulunsun, sonra kotu bir ejderhayla karsilasip bana sikayete gelmeyin).
Bu tapinak ilk once bir saray olarak insa edilmis. Bizim sehrin kurtaricisi, daha once de baska yazilarda adi gecen (umarim gecmistir yani) Cheng Kung vefat edince yerine gecen oglu Zheng Jing tarafindan insa ettirilmis. Zheng Jing sarayi kendisi icin degil de anakaradan davet ettigi Ming hanedani prenslerinden Zhu Shugui’nin kullanmasi icin yaptirmis. Neyse, simdi bu hanedanlara, savaslara falan da girmeyelim cunku bir yerden sonra ipin ucu kaciyor. Su kadarini soyleyip birakayim: Qing hanedani Tayvan’i ele gecirdiginde prens Zhu Shugui intihar etmis. Prensin olumu uzerine, umit ediyorum ki bir sonraki yazida bahsedecegim bes cariyesi de bu binanin ana salonundaki ahsap kirislerden birine kendilerini asarak intihar etmisler. Daha sonra yanlis hatirlamiyorsam Tayvan’i ele geciren Qing komutani burayi sarayi olarak kullaniyor. Daha sonra da Matsu’ya adanan bir tapinaga donusturuluyor.
Tapinak Tayvan’da Matsu’ya adanan ilk tapinak olmasi acisindan onemliymis. 18. yuzyilda su anki gorunumunu almis, arada tabi buyuk restorasyonlar gecirmis ve ozellikle Tayvan’in Japon yonetiminde oldugu senelerde bakimsizliktan neredeyse yikilacak duruma gelmis. Bu sirada da acik artirmayla yabanci yatirimcilara satilmak uzereyken son anda kurtarilmis. 1985 yilindan beri birinci sinif tarihi eser konumunda.
Anping Agac Evi
Tayvan’daki dort limanin yabanci tuccarlara acilmasindan sonra, yabanci tuccarlar bu limanlardan biri olan Anping’te ofisler acmaya baslamislar. Bu ofislerden gunumuze iki tanesi kalabilmis. Bunlardan bir tanesi 1867’de faaliyete gecen Tait & Company sirketinin binasi. Bu yabanci sirketler onceleri ticaretten buyuk paralar kazansalar da, Japon yonetimi sirasinda once gelirleri onemli derecede azalmis ve daha sonra yabanci sirketlerin faaliyetlerine tamamen son verilmis.
Yabanci sirketler adadan ayrildiktan sonra bu bina Tainan tuz sirketi tarafindan kullanilmis. Daha sonralari tuzun onemini yitirmesinden sonra da bina, 1979 yilinda muze haline getirilmis. Ancak bu siralarda, arada gecen zamanda binanin onemini yitirmesiyle birlikte bakimsizlik soz konusu olmus. Binanin arkasinda bulunan ve depo olarak kullanilan bina da bu bakimsizliktan oturu banyan agaclari tarafindan resmen ele gecirilmis: Catisi tamamen gocmus, duvarlari sarip sarmalanmis.
Yani burada bir sarmasigin bir binanin bir duvarini falan sarmasindan bahsetmiyorum. Ortada oldukca buyuk bir depo var, yuru yuru bitmiyor. Tavanlari da oldukca yuksek. Ancak bu koca binayi resmen sarip sarmalamislar, pencerelerden dalmislar catilari yarip cikmislar falan. Bina oyle bir hal almis ki hangi agac nerede baslayip nerede bitiyor anlamak mumkun degil. Iceri girince zaten ortam oldukca urpertici gorunuyor. Bir de binanin bu hali turistlerin ziyaretine uygun olmasi icin biraz agactan arindirilmis hali. Onceden nasildi kim bilir. Icinde guzel yuruyus yollari ve merdivenler var, rahatca gezilebiliyor yani. Asagidaki fotograflardan biri binanin uzaktan nasil gorundugunu gosteriyor. Ortada bina var mi yok mu belli olmuyor neredeyse.
Anping’in Ilk Sokagi
Buradan sonra da Anping’in en eski sokagina daldik. Burasi, yani bu sokak Hollandalilarin yaklasik 300 yil once burada ilk insa ettikleri sokak. Bu sokakta bugun bir suru dukkan var, yeme-icmeci, hediyelikciler, ve deli deli seyler satan dukkanlarla dolu dar bir sokak. Kimil kimil insan kayniyor. Bolgede, yani bu sokak etrafinda o zamanlardan kalan pek bina olmasa da sokak yapilari bazi yerlerde ayni duruyor – daracik, kivrila kivrila giden sokaklar. Bazen ansizin bir cikmaz sokakta sonlaniyor, bazen bir binanin bahcesinden devam edip geciyor falan. Selo’nun resmini cekmisim bu arada bu en eski sokakta:
Dedigim gibi, bu civarlarda bir suru dukkan var. Ayrica bol bol istiridye ve istiridye yemekleri de bulmak mumkun. Iste yurdumun sokak kenarinda istridye temizleyen cefakar kadinlari:
Bahsettigim dar sokaklardan birisi ve Selo’nun “Cekmesene kardesiiiim!” bakisi:
Anping’te “Kilicli Aslanlar” oldukca meshur. Bunun hikayesi de soyle. Eskiden savascilar evlerine geldiklerinde uzerinde aslan figuru olan kalkanlarini duvarlarina, kiliclarini da kalkanlarinin uzerine asarlarmis. Boylece de ortaya agzinda kilic tutan bir aslan goruntusu ortaya cikiyormus. Aslan zaten bu topraklarda koruyucu bir figur (Bu arada Tayvan’da normalde aslan olmamasi da ilginc bir ayrinti). Her tapinakta bir disi bir erkek en az iki aslan figuru oluyor. Insanlar da zamanla bu kilicli-aslan figurunun evlerini koruyacagina inanarak bu figuru evlerinde kullanmaya baslamislar. Sunun gibi:
Bu figulere bu dar sokaklardaki binalarda rastlamak mumkun. Turkiye’ye donmeden buraya son bir kez daha gidip daha fazla fotograf cekmeyi, son bir kez daha buralarda gezinmeyi planliyorum. Buradan da Chihkan Kulesi’ne gittik, ama once Anping civarlarindan uc fotograf daha koyayim:
Chihkan Kulesi
Tayvan’daki varliklarini guclendirmek isteyen Hollandalilar, 1653 yilinda Anping’in birkac kilometre dogusuna Provintia Kalesi’ni insa etmisler. Kale daha sonra Cheng Kung (ya da Koxinga) tarafindan teslim alinmis, 19. yuzyilda da bir deprem sonucu yikilmis. Daha sonra da Chihkan Kulesi adiyla yeniden insa edilmis.
Birkac blok ve holden olusuyor. Bu hollerden biri de yanlis hatirlamiyorsam edebiyat tanrisina adanmisti. Binanin bahcesinde Cheng Kung’un kaleyi teslim alisini temsil eden bir heykel de var:
Bu asagidaki agirliklar da zamaninda tuccarlarin mallarini tartmak icin kullaniliyormus:
Bu seferlik de bu kadar. Baska bir yazida gorusmek uzere hoscakalin!
Daha önceki bir yazinin sonunda bir calistay vesilesiyle Taitung’a yapacagimiz yolculuktan bahsetmiştim. Sun Moon Lake gezisinden sonra bence en heyecan verici geziydi. Gezinin sebebi grup teorisi ve vertex operatör cebirleri üzerine bir calistaydi. Biraz ilgi alani acisindan alakasız olsa da matematik genel kulturu bakimindan güzel bir etkinlik oldu.
Calistay Taitung Ulusal Universitesi (NTU)’nde yapildi. Taitung sehri adanin dogu kiyisinda, zaten adi tam olarak Dogu Tayvan anlamina geliyor. Kaplicalariyla unlu bir sehir. Tayvan’in dogu kiyilari adanin batisina gore daha az gelismis kismi oluyor. Cografya olarak da biraz zorlu bir bolge. Ince bir kiyi seridinin hemen ardindan yukseklik bir anda 2000 metreye cikabiliyor. Ancak bu yasami zorlastirsa da cok spektakuler manzaralar da olusturuyor. Zaten yuruyus parkurlariyla ve kamp alanlariyla dolu. Asagidaki fotoyu Taitung yerel yonetimi sitesinden aldim:
Daha maceraci bir insan olup burada yuruyus ve kamp yapmayi cok isterdim. Bir de ulkenin dogu kiyisi tayfunlarin da en cok etkiledigi kismi oluyor Tayvan’in. Tayfun dedigimiz de iste mesela sunun gibi bir sey:
Taitung’a yanlis hatirlamiyorsam 4-5 saatlik bir tren yolculuguyla ulastik. Aslinda direk seferler de olmasina ragmen gidiste Kaohsiung’ta tren degistirmemiz gerekti. Donuste de direk Tainan’a kadar ayni trenle geldik. Tanistirayim, donuste bizi eve getiren tren:
Bu fotoyou cekerken guvenlik gorevlisinden azari yedik iyi mi. Aman yemedik senin sari cizgini 🙂
Sanirim gunlere bolerek anlatirsam daha duzenli olacak ve boylece daha az sey unuturum herhalde.
6 Mart 2015
6 Mart Cuma sabahi bir gun onceden evde pisirdigimiz yolluklarimizi da cantalarimiza atip Selo’yla tren istasyonunun yolunu tuttuk. Yolluk kismindan biraz detaylı bahsetsem iyi olacak. Zaten Tayvan yemekleriyle arasi pek de iyi olmayan Selin, uzerine bir de hamilelik eklenince yemek konusunda iyice evhamli oldu. Bu yuzden yola cikarken yanimiza ev yapimi kurabiyeler, tost ekmegi, ve peynir falan da aldik. Selin ben olmadigim zamanlarda ogle yemeklerinde otel odasinda evden getirdiklerimizi yedi kiyamam. Disarda yedigimiz zamanlarda da pilavla falan idare etti. Ben de ogle yemeklerinde verilen lunchbox’lari yedim:
Yukarıda bahsettiğim gibi, ilk olarak aktarma yapacagimiz Kaohsiung’a gittik. Burada çok fazla beklemeden hemen bizi Taitung’a, daha doğrusu Jhihben’e goturecek trene atladık. Jhihben’e kadar yanlis hatırlamıyorsam uc saat kadar bir yolumuz vardi. Kaohsiung’tan güneye doğru biraz ilerledikten sonra Pingtung County’e girip biraz daha güneye ilerledikten sonra doğuya yöneldik. Buradan itibaren coğrafya degismeye baslamisti bile. Yoğun ormanların arasından gitmeye ve bir tünelden cikip diğerine girmeye basladik. Bir sure sonra da Tayvan’in doğu kiyisina ulasmistik. Bazen deniz manzarası esliginde, bazen de bir tünelin içinde ilerlemeye devam ettik. Tabi yol ustunde de bir kaç istasyonda durduk. Buralar gorunumleri itibariyle çok kucuk yerleşim yerleriydi ve kiyidan uzakta bulunan bazilari öyle yerlere kurulmuştu ki sanki disaridan tek ulasim sekli demiryoluydu. Olmazsa olmazım olarak içimden “ulan burada yasam nasildir acaba?” diye geçirdim. Çok sakin yerlere benziyorlardı. Neyse, yolculuk boyunca içinden gectigimiz coğrafya disinda kayda değer bir olay yasanmadi. Yolculuğun sonunda da Jhihben’e vardık. Google Haritalar’dan da doğru istasyon olduğunu onayladıktan sonra trenden indik. Bu arada asagida tren istasyonunun konumunu veriyorum. Merak ederseniz etrafa bakinabilirsiniz. Ben Google Haritalar’da saatlerini hiç gormedigi ve hatta goremeyecegi yerlere bakınarak geçiren birisiyim, belki aranızda benim gibi birileri vardır. Üstelik Tayvan’da sokak goruntusu de mevcut!
Bana gidiş yolunu bir matematikçi kesinliğinde anlatan hocam Ke, tren istasyonundan otele taksinin kaç para tutacağını bile soylemisti. Soyledigine göre Jhihben’de taksiciler taksimetre kullanmıyordu ve bana taksiye binmeden önce mutlaka fiyat konusunda anlasmami tembih etti. “İstasyondan otele kadar 250NTD tutması lazım. Eger sana fazla fiyat söylerse pazarlık yap, herkes 250’ye goturuyor de” demişti, hala hatirliyorum. Çok pazarligi sevmeyen birisi olarak isin burasini biraz çetrefilli bulmuştum. Neyse, istasyondan cikinca biraz etrafa bakinalim dedik. Yanlis hatırlamıyorsam Selo acikmisti biraz (ben trende nefis bir lunchbox goturmustum, Selin de yiyiverseydi canim bir kere bi lunchbox:)). Etrafta bakindik ancak gorduklerimiz çok umut vaat etmiyordu, etrafta fazla acik dükkan yoktu. Bu arada istasyondan cikinca soyle bir goruntuyle karsilastik:
Daha fazla uzaklasmadan tren istasyonu onunde bekleyen taksilere yanastik. Ke’nin bana daha onceden verdigi otelin adresini gosterdim taksiciye ve direk “250NTD” dedi, bu iyi haberdi cunku pazarliga gerek kalmamisti. Hemen atladik taksiye ve otele doğru yola koyulduk. Yanlis hatırlamıyorsam 15 dakika falan gittik. Dediğim gibi Taitung kaplıcalarıyla unlu bir bölge, yol boyunca da sıra sıra oteller vardi. Bizim otel de en sonda, kiyidan en icerdeydi. Ogrendigim kadarıyla kaynağa en yakin otelmiş, sanirim kaplıcalarda bu önemli bir şey. En güzel otelde biz kalacaktık 🙂
Otele vardigimizda vakit daha erkendi. Resepsiyondaki görevlilere “İngilizce insanlar geldi!” diye ufak bir panik havası yasattik ama çok buyuk bir kargaşa yaşanmadan odamıza cikiverdik hemen. Check-in yaparken bir de elimize kaplıca ve karaoke bar icin birer tane giriş bileti verdiler. Odamıza cikip yerleştikten ve biraz da dinlendikten sonra, hiç alakamız olmadigi halde tamamen can sikintisindan ve meraktan havuza bir sans vermeye karar verdik. Selin girmeyecekti zaten ama benim de maceracı ruhum havuzu denemeden gitmeye razı olmadı. Neyse gittik havuza giyindik ettik falan. Ancak kaplicayla uzaktan yakından alakası olmayan ben sanirim en fazla 15 dakika falan durabildim. Kaplıca bana gore değildi, hem ben daha kaplıcaya gidecek kadar eskimemistim! Zaten bir o yana bir bu yana gidip gelmemle diğer havuz sakinlerinin de dikkatini çekmeye baslamistim. En iyisi havuzdan cikmakti. Gerci onlar da o kadar sıcak suda gayet normal bir seymis gibi oturmalarıyla benim dikkatimi çekti. Zaten aksam yemeği icin hoca ve esiyle bulusacaktik.
Aksam yemeğini de derme çatma ama çok güzel yemekler sunan bir yerde yedik. Yemekte hocanın “yemeğin yanında bira içer miyiz?” sorusu üzerine, o güne kadar basariyla surdurdugum ve 4 haftayı geride biraktigim bira içmeme orucumu o gün orada bozmuş oldum. Hatta esi sakayla karisik hocayı da fircalamisti, “cocugun diyetini bozdun” diye. Bu bira içmeme mevzusu baska bir hikaye, baska zamana kalsın.
Yemek bittiğinde daha vakit erkendi, ancak dagin basinda havuz ve karaoke disinda gidecek bir yer yoktu. Biz de karaokeye gitmeye karar verdik. Şarkı söylemeye değil tabi, ben bira içecektim artık diyet bozuldu zaten diye. Daha sonra masamıza kalabalık bir grup geldi ellerinde sakelerle şaraplarla falan. Plastik bardaklara doldurup haslanmis yumurta ve kurutulmuş et esliginde yuvarlıyorlardı sakeleri arka arkaya. Bu adamların kelle olmalarına çok kısa bir zaman var diye geçirdim içimden. Disimdan da soylemis olabilirim, cunku siklikla yaptigim bir sey. Yurtdisinin bu kismi cok guzel. Istedigin gibi konus Turkce. O siralarda bize de ikram ettiler, yok mok dedik ama ben cok fazla israr etmedim cayarlar falan diye. Bir bardak doldurttum dir de yumurta soyuverdim biraz da kuru et, ohh mis. Adamlar isi biliyor. Benim icin o ana kadar bir kahvalti ogesi olan haslanmis yumurtaya bambaska bir boyut katmisti adamlar. Biraz da onlarla ictikten sonra daha fazla kalirsak otelin yolunu bulamayacagimdan korktum. Tayvanli dostlarimiza tesekkur edip odamiza gectik.
7 Mart 2015
Cumartesi gunu konusmalar basliyordu. Sabah kahvalti icin asgiya indigimizde yine kahvaltida yiyecek bir seyler aradik. Neyse ki Sun Moon Lake’teki oteldeki kahvaltidan dolayi hazirlikliydik. Yine de ufak tefek seyler bulup karnimizi doyurabildik. Hatta bizim menemene benzeyen bir sey vardi kahvaltida. Kahvaltidan sonra ben NTU’ya gittim konusmalar icin. Konusmalar bitip de ogleden sonra otele geri donerken otelin hemen yanindaki Jhihben Ulusal Orman Alanina yuryuse gidilecegini ogrendik. Simdi, otelin bulundugu yer bir vadinin yamaci. Orman parki da vadinin karsi yamaci oluyor. Ortada da su var. Otele yaklasik 10 dakika yurume mesafesinde bir kopruyle orman parkinin kapisina geliniyor. Parkta 3-4 tane parkur vardi. Bir tanesi yanlis hatirlamiyorsam 700 basamak tirmanmali falan bir parkurdu, parkin en yuksek kismina cikip, daha sonra dilerseniz yine merdivenlerden ya da kuzey-kuzeydogu tarafina devam edip yavas yavas alcalarak diger parkurlarla parkin diger ucunda birlesiyorsunuz. Cikarim ki ben bu basamaklari ne olacak dedim ama sonra hanimi yormayalim diye biz daha kolay, daha az inmeli cikmali bir parkuru sectik.
Ziyaretci Merkezi
Park gercekten cok guzeldi. Ilk defa dogal ortaminda maymun goren masum insanlar olarak durup durup agaclardaki maymunlari seyrettik. Arada dinlendik, hamaklar falan vardi. Guya kolay parkur secmistik ama havadaki nemden dolayi da baya terlemistik. Ama en azindan parkuru tamamlayip geri donduk. Parkin girisindeki cafede birseyler icip biraz hediyeliklere bakindik. Cok ozur dileyerek burada bir seyden bahsetmek istiyorum. Simdi burasi turistik bir bolge. Tamam cok yabanci turistlere hitap eden bir yer degil ama Tayvanlilarin tatil bolgesi olarak geciyor. Bu park da bolgede yogun olarak ziyaret edilen bir yer sonucta. Yani zamaninda Selcuk-Efes’te bir suya dunyanin parasini odemis birisi olarak Tayvan’daki dusuk fiyatlarla karsilasinca bir kere daha sinir oldum. Ayni sey daha da populer olan Sun Moon Lake’te de gecerliydi. Neyse. Parktan ciktiktan sonra yine ayni grupla onceki aksam hoca ve esiyle yemek yedigimiz yerde aksam yemegi yedik. Donunce de odamiza cekildik.
8 Mart 2015
Pazar gunu butun gün konuşmalar vardi. Vertex operator algebra’ya doydum yani. Aksam da bizi agirlayan matematik bolumu baska bir otelde bir yemek verdi bizim icin. Çok güzel bir ortam vardi, katilimcilar genellikle Japon, Cinli ve Tayvanliydi. Bunun disinda benimle birlikte bir tane Amerikali vardi yanlis hatırlamıyorsam yabancı madde olarak.
Japonlar çok farklı insanlar azizim. Yani o grupta hemen kendilerini belli ediyorlardi. Tamamen tavirlarina bakarak soyluyorum, yakından tanidigimdan değil ama hepsi alçak gonullu, saygili, meraklı tipler. Degisikler yani ne bileyim. Yemek boyunca bayagi konuştuk. Matematikçiler kafa insanlar, yine çok eğlendik yemek masasında, çok gulduk. Dehşet yemekler yedik.
Bu table food olayına alisamadim ben abi. Boyle donuyor yemekler masada, tam gozume kestiriyorum “oh su balıktan iki parça alirim” diye, sonra hop tepsi ters yönde dönmeye basliyor. Neyse balık benim onume geliyor, ben etrafı kesip kimse yemek alıyor mu, alıyorsa engel olmayayım, hayvanlık yapmayayım diye bakinirken hop tepsi bir daha donuyor falan. Kibarlık amacli optimum bekleme suresini ayarlamada bir sorun yasadim ama sonra bir senkron tutturduk neyse ki. Yemek bittikten sonra olaysız dagildik.
9 Mart 2015
Pazartesi butun gün geziye ayrilmisti. Kahvaltıdan sonra otobüslere atlayıp yola koyulduk. İlk duragimiz Sansiantai Adasiydi. Sansiantai daha önce adadan okyanusa uzanan ince bir burunmuş. Zamanla dalgaların asindirmasi sonucu karayla olan baglanti kesilmiş ve bir adaya donusmus. Cin mitolojisindeki 8 olumsuzden ucunun zamanında burayı ziyaret ettiği soyleniyormus. Meraklisi icin, bu uc kafadarın isimleri Li Tieguai, Lu Dongbin ve He Xiengu. Buranın karayla baglantisi kopunca 1987 yilinda sekiz kemerli bir kopru yapilmis, kopru de böyle dalgalanarak ilerleyen Cin mitolojisinin olmazsa olmazı ejderhayı animsatiyor.
Adanin her yani bitkiler tarafından işgal edilmiş durumda. Sadece ahsap yuruyus yolları yapmislar, hatta bazı yerlerde o bile yok. Erozyonla asinip ilginç şekiller almis kayalar var. Degisikti gerçekten. Kucuk gorunmesine ragmen baya bir yurunuyor. Vakit de ogleye yaklasiyor ve gunes de yakmaya basliyordu. Hatta adaya giderken Selo’ya “donuste bari ayaklarimi sokayim serinleyeyim biraz” demistim. Ancak adaya git-gel 1 saat falan olmustu anca fakat donuste hava iyice kapanmis, ustune de soguk bir ruzgar cikmisti. Zaten fazla da vaktimiz yoktu ve biraz hediyelikcilere bakip otobuse donduk. Bir sure gittikten sonra yoldan sapip ogle yemegi icin kucuk bir kasabaya girdik. Ogrendigimize gore bir balikci kasabasiymis. Yine cok salas bir restoranda hizlica yemek yedik. Sonraki duragimiz da East Coast National Scenic Area’ydi. Burada bir aborjin kultur merkezi vardi. Bizim icin bir gosteri yapacaklardi. Gosteriyi beklerken yine oradaki okyanus muzesini gezdik. Cok guzel taze cekilmis bir kahve ictim muzeden cikinca oradaki kafede, hala hatirliyorum cunku cok tazeydi ve mis gibi kokuyordu. Siparisi verince oradaki gorevli eliyle cekiyor kahveyi falan. Alip kokusunu bir siseye koymak istedim. Etrafa, daglara, denize, agaclara hayran hayran bakip dolastik. Benim calistigim merkezin matematik bolum baskani ve calistayin duzenleyicilerinden Prof. Lam (halka ve modul teorici T.Y. Lam degil yalniz) sagolsun Selo’yla resmimizi cekmeyi teklif etti, hemen atladik tabi. O an bu resimde olumsuzlesti:
Biraz daha oyalandiktan sonra gosteri basladi. Adanin bu kismindaki yerli halka Amis deniyordu yanlis hatirlamiyorsam. Yaptiklari gosteride de kendi geleneksel muzik aletleriyle bize ufak bir konser verdiler.
O aletlerden o ses nasil cikiyor gercekten ilginc. Dunya cok ilginc bir yer, gorulecek sasirilacak bir suru sey var. Kisa da bir video cektim bir kuple muzik:
Hatta gosterinin sonunda halay bile cekildi. Ben halayi bozup insanlari dusurup falan hayatlariyla oynamamak icin seyretmekle yetindim.
Guzel bir gosteriydi, her guzel sey gibi bitti. Manzaraya biraz daha hayran hayran bakildi, bol bol resim cekildi unutursak diye ama nasil unuturum ki. Tayvan’da gittigimiz her yerde oldugu gibi burada da insanlar hep guleryuzluydu. Sakin insanlar cok, degisik gercekten. Neyse konudan sapmayalim. Ben artik otele donuyoruz diye dusunurken otobus bizi baska bir yere daha goturdu. Burasi da yine kiyida, erozyonla olusan ilginc yapilarin oldugu bir kisimdi. Doganin sanat eserleri bir bakima yani. Mesela soyle:
Burada da yine yuruyus parkurlari vardi. Biraz yuruduk, cokca da denize bakip daldik. Bu sirada bulutlar iyice toplanmaya basladi ve tam biz ayrilmaya hazirlanirken de yagmur atistirmaya basladi. Otobuse bindigimizde artik yorgun hissetmeye baslamistik. Bir ara durduk ve buharda pismis ekmek arasi sandvic (sandvic diyince basit geldi kulagima ama degil) almak icin durduk. Boylece gorduk ki yolda otobusu sabahin korunde bir ekmek firininin onune cekip firindan yeni cikmis ekmek almak gibi aliskanlikar sadece bizde yok. Selin “ben yemicem sen kendine al” dese de ben ileri goruslu birisi olarak birkac kisilik aldim. Zaten yemicem diyen Selin de yedi bi guzel.
Yola devam edip aksam yemegi icin de Taitung sehir merkezine gittik. Burada herkes serbest takildi. Aslinda donup dolasip oraya gidecegimizi bildigimiz halde yemekcilerin orada bir tur attiktan sonra kendimizi McDonald’sa attik. Selin de kac gun sonra bayram etti kiyamam. Artik otele gitmek icin yeterince yorgunduk.
10 Mart 2015
Sali artik donus gunuydu, ama yarim gun konusma vardi. Odayi da bosaltmamiz gerektigi icin Selin de universiteye geldi. Uppsala’dan sonra sanirim ikinci kez matematige maruz kaldi istegi disinda. Kampusun muazzam bir mimarisi vardi, binalar cok guzeldi. Her blokta boyle uclari acik koridorlar vardi. Resim cekmedigim icin benim betimlememle yetinmek zorundasiniz, uzgunum. Yani uclari acik dediysem birer kapiyla disariya bir avluya, acik havaya aciliyordu. Bu avlulara da cok rahat masalar sandalyeler atmislardi. Insanlar ofiste bunalinca belki bi disarda hava alip geliyorlardir ne guzel. Yani ben olsam hava almaya cikardim sik sik. Univeristenin kutuphane binasi da ayri bir guzeldi. Bunu betimlemeye calismayip direk google’dan buldugum bir resmini koyuyorum buraya:
Hobbiton halk kutuphanesi gibi duruyor hakikaten. Her neyse, bu kutuphanenin catisina cikilabiliyor ve catidan okyanus gorunuyor demislerdi bana. Ancak o gun konusmalari kacirmamak icin gitmeyip son gundeki bir boslukta giderim demistim. Ne yazik ki son gun de yagmur yaginca gidemedim. Gelecekte Tayvan’a donmek icin bir sebep daha oldu iste boylece. Konusmalar bittikten sonra kampuste ogle yemegi yedikten sonra bizi tren istasyonuna goturecek aracimiz geldi ve Dunya’nin bir ucunda, daha once ayak basmayi benim bile hayal bile etmedigim bir yere daha veda ettik. Bir daha gitme ihtimalim yok denecek kadar az olan bir yere veda ederken bir garip hissediyorum. Yani Izmir’den ayrilmak gibi degil. Hatta Portekiz’den ayrilirken mesela ilk firsatta donecegime dair bir soz vermistim kendime. Ama bir yere bir daha adim atmayacaginizi bilerek veda etmek cok farkli, neyse. Kayda deger bir olay yasanmayan bir tren yolculugundan sonra eve geri donduk. Bir gezi de boyle bitti iste demeden once Prof. Harada hakkinda bir paragraf acmak istiyorum.
Profesor Harada
Calistayin acilis konusmasini Japon Prof. Koichiro Harada yapti. Kendisi sonlu basit gruplar uzerine yaptigi calismayla taniniyor, Ohio State’ten emekli. Prof. Lam’in da doktora danismaniymis. Ilk gun Ke’yle yemege gitmeden once tanistik otelin lobisinde. Turkiye’den oldugumu ogrendiginde gosterdigi ilgiden anlamaliydim aslinda orada gecirdigim sure boyunca cok sohbet edecegimizi.
Ilk tanisma esnasinda fazla konusmadik, ayakustu konusup neler calistigimdan basettikten sonra biz aksam yemegine gittik. Ertesi gun orman parkinda yuruyuse giderken yanima yaklasip sohbete basladi. Cok merakliydi, cok renkli bir kisilikti. Turkiye ve benimle ilgili merak ettigi her seyi sordu. Ben anlattikca o daha da sordu, cok keyifli sohbetler yaptik. Turkiye hakkinda inanilmaz bilgiliydi, hadi Efes’i, Bergama’yi falan bilmesine sasirmadim hadi ama benim google’a bakmak zorunda kaldigim Mersin’deki bazi seylerden bahsedince sasirdim. Gerci simdi dusununce belki Mersinli birisi de Efes veya Bergama’yi bilmesine sasirabilir. Neyse.
Karsisinda Bulent Arinc vs Japon Prensi gibi hissettim zaman zaman. Bana Turklerin tarihini sordu. Kendisi surekli afedersin (!) Yunan tarihinden, onemli kilometre taslarindan, savaslardan, efsanelerden bahsetti. Benim anlattigim Turk tarihinde bunlarin hicbiri gecmeyince sasirdi biraz. Kendileri okulda Yunan tarihi falan da ogreniyorlarmis. Sonra benim biraz eziklendigimi gorunce belki de teselli amacli olarak kendisinin tarihe oldukca merakli oldugunu, cok okudugunu ve belki de o yuzden bu kadar sey bildigini soyledi. Benim verdigim her bilgiden sonra yuzundeki yeni bir sey ogrenmis olmanin mutlulugunu gorebiliyordum, surekli sasirma ve onaylamayla karisik bir yuz ifadeyisle “Oh I see, I understand now” diyerek yanitladi anlattiklarimi.
Ne yazikti ki benim Japonya hakkinda Tsubasa, Hidetoshi Nakata, Hayao Miyazaki ve animeler disinda pek bir bilgim yoktu. Bir ara kizimiza ne isim verecegimizi bile sordu. Sonra bir gun konu Turkce’den acildi. Kendisine Turkce’nin daha once duydugu hicbir dile benzememesi ilginc geldi. Surekli bize farkli nesnelerin Turkce’deki karsiliklarini sorup Ingilizce, Japonca veya herhangi bildigi bir dil ile bir benzerlik bulmaya calisti ama basarili olamadi. Bu duruma cok sasirdi. Iki-uc gun boyunca ansizin o an aklina gelen kelimelerin Turkce karsiliklarini sordu. Cok uzatmayayim, cok renkli bir kisilikti. Cok canayakindi. Cok guzel sohbetler ettik. Orman parkina yuruyuse giderken Prof Lam bana “Harada’yi takip etmeyin sakin cunku ayak uyduramazsiniz” demisti. Gercekten de kendisi onden onden gaza basip gitti, ayrica o bizim goze alamadigimiz yuzlerce basamakli parkuru da bitirdi kendisi. Boyle de dinc birisiydi. Hatta kutuphanenin catisina cikip bana manzarayi haber veren kisi de kendisiydi. Kendisiyle su resmi cekildik:
Selin Turkiye’ye donmeden once yaptigimiz son gezimizin yazisi da burada sonlaniyor. Son olarak bir kac resim daha:
“There is a pleasure in the pathless woods, there is a rapture on the lonely shore, there is society, where none intrudes, by the deep sea, and music in its roar: I love not man the less, but Nature more.” – Lord Byron.
Merhaba. Bu sefer Cin Yeni Yili tatilinden de faydalanarak 20 Subat 2015 Cuma gunu Selin’le buradaki komsu sehir Kaohsiung’a gunubirlik yaptigimiz geziden bahsedecegim. Aslinda tatil bahane, esnek calisma saatlerine sahip birisi olarak genelde kafamiza estigi zaman kafamizin estigi yere gidebiliyoruz cok sukur. Postdoc olmanin da boyle bir avantaji var. Ama ne yazik ki bu guzel gunlerin de sonuna yaklasiyoruz.
Neyse, konudan uzaklasmayalim. Oncelikle Kaohsiung hakkinda biraz ansiklopedik bilgi vereyim. Kaohsiung, Tainan’in yaklasik 50km guneyinde yer aliyor. Taiwan’in nufus bakimindan en buyuk ikinci sehri ve ulkenin en buyuk limanina ev sahipligi yapiyor. Yuksek binalar, ticaret merkezleri ve genis caddeleriyle de modern bir sehir goruntusu var. 17. yuzyilda kucuk bir ticaret noktasi olarak kurulduktan sonra adamlar almis yurumus ve su an guney Taiwan’in kalbi durumunda.
Aslinda Kaohsiung’a gitmek pek kafamizda yoktu. Yeni yil tatilinden onceki haftalarda burada birlikte calistigim hocayla (Prof. Ke) ofisinde otururken tatil planlarindan bahsettik. Kendisi bana bir araba kiralayip Tayvan adasinin etrafinda bir tur atmak gibi vahsi ve macera dolu bir oneriyle geldi. Ancak her ne kadar macera seven insanlar olsak da bu teklif pek cazip gelmedi. Unutmadan soyleyeyim, bu tatil planlarinin yapildigi konusma ayni zamanda Ke’nin Fen Fakultesi dekani oldugunu ogrendigim gune de denk geliyor (Facebook’ta bahsetmistim). Tayvan’in Antalya’si konumundaki Kenting’de yerler hep doluydu (pahaliydi desek daha dogru olur sanirim). Daha sonra Ke bana Kaohsiung’a gitmeyi onerdi. Hemen Google Maps acilip gezilecek noktalar belirlendi, planlar yapildi. Birer gizli servis calisani edasiyla kusursuz bir plan yaptik. Eve gidip Selin’e bu planimizdan bahsetmek icin sabirsizlaniyordum. Selin’in de onaylamasiyla her sey hazirdi.
Neyse efendim Cuma sabahi erkenden atladik trene ve dustuk yollara. Tayvan’da trene binmek oldukca keyifli. Hatta trenle adanin etrafini dolasabilirsiniz, oyle de kapsamli bir demiryolu agi var. Kaohsiung’ta ilk duragimiz Lotus Golu idi. Aslinda gol degil de golcuk desek daha dogru olur, ustelik bir de insan yapimi. Adini da golde bulunan nilufer ciceklerinden aliyor. Gol ayrica etrafindaki tapinaklarla da meshur. Ke’nin de bana tavsiyesi gol etrafindaki tapinaklari mutlaka gormekti. Az falan da degil baya tapinak var golun etrafinda. Bunlardan benim en ilgimi ceken “Ejderha ve Kaplan Pagodasi” idi. Birer ejderha ve kaplanin agzindan giris yapmak suretiyle ulasiliyor pagodalara.
Sansimiza, gittigimiz gunun tatil olmasi sebebiyle sanirim, gol cevresi panayir gibiydi. Yemek saticilari yuruyus yolunu sagli sollu isgal etmislerdi. Ben biraz kalabaliktan rahatsiz oldum ama yapacak bir sey yok, adamlarin kendi ulkesi sonucta 🙂 Yurumek, fotograf cekmek, iki dakika soluklanmak falan cok cok zordu. Sakin bir zamanda ziyaret edip daha cok vakit ayirmak isterdim. Zaten yemek konusunda oldukca secici olan Selin bunun ustune karninda minik bir Hatipoglu tasiyor oldugu icin yemeklere hic yanasmadi. Ben de artik yavas yavas ne yedigime dikkat ediyorum. Neyse, soyle manzaralar vardi yemek saticilarinda:
Su izgaracinin onunde durup “abi benim elim bos kalmasin” demedigime pisman oldum simdi fotolara tekrar bakinca. O tapinaga gir, obur kuleye tirman, suraya da bakalim derken ogle vaktine gelmistik. Daha gezilecek cok yer vardi. Bir kosede soluklanip, gezimizin ikinci duragina nasil erisebilirizi tartismaya basladik.
Sonraki duragimiz National Sun Yat-Sen Universitesi kampusuydu. Aslinda biz plaja gidiyorduk ama iste olaya bakin ki plaj universite kampusundeydi. Adamlar denize sifir universite yapmis yahu! Olacak is degil. Yillarini Tinaztepe’de gecirmis birisi olarak cok icerledim bu duruma. Universitenin kampusu muazzamdi. Peyzaj meyzaj adamlar costurmus valla. Hava inanilmaz sicakti Subat ayi olmasina ragmen. Yanimiza mayolarimizi almamistik ancak yine de dizlerimize kadar girdik. O gunlerde Izmir’de kar yagiyordu falan 🙂 Bahsettigim plaj su sekilde, arkada gorunen binalar universite binalari. Bir tanesi yurt binasi hatta otel gibi. Alttaki fotograf da kampusten bir kare.
Suya gir, kumla oyna, ye-ic-dinlen derken fena sicak oldu hava ve vakit de hizla akip gitmisti. Bu yuzden daha fazla durmadik kumsalda. Buradan sonra yakinda sehre hakim bir tepeye cikip sehri izlemeyi, sonrasinda da feribota atlayip limanin karsi tarafina gecip deniz kenarindaki parka gitmeyi dusunuyordum ama yorgunluktan oturu fikir degistirdik. Tabi bu arada saat de aksama dogru ilerliyordu. Selin’in hamileligi nedeniyle de ne olur ne olmaz diyerek cok da fazla kasmayalim dedik. Ne yapalim diye dusunurken aksam yemegi vaktinin yavas yavas geldigini farkedince artik bir sonraki duragimiz belli olmustu. Zaten daha yola cikmadan aksam yemegini Kaohsiung’a daha onceki ziyaretimizde de ugradigimiz Turk restorani Taksim’de yemeye karar vermistik. O yuzden direk metroya atlayip restoranin yolunu tuttuk.
Onceki gidisimizde kendim icin iki ayri yemek soylemem uzerine “once bir porsiyonlari gorseydiniz” diyerek beni gulumseten isletmeci arkadas neyse ki bu sefer ayni hataya dusmedi, ne soylediysem getirdi. Porto’da Mehmet abi ve Rukiye’nin hunerli ellerinden cikan yemekler, donerler ve pidelerle oldukca simartilmis oldugumuz icin yurtdisindaki bir Turk restoraninin kalitesi konusunda cita bir hayli yuksekti. Ancak Taksim’de yediklerimiz ve menu bizi tatmin etti. Yemegin ustune ikram edilen cay da ilac gibi geldi. Aslinda Tainan-Kaohsiung arasi mesafenin kisaligi dusunulurse sirf yemek icin bile gidip gelinebilinir ara sira.
Neyse, yemeklerimizi de yiyip mutlu olduktan sonra donus yoluna hazirdik. Aslinda benim aksam icin bir Night Market’a ugrama planim vardi ama yorgun oldugumuz icin cok israr etmedim. Donus yolunda yururken bizim fuar gibi bir parkin kosesine kondurulmus Ritzenhoff adli cok sirin bir restoran gorduk. Bir seyler icip soluklandiktan sonra tren istasyonuna gidip evimizin yolunu tuttuk. Bir gezi de boyle bitmisti!
Bir baska gezi yazisiyla karsinizdayiz. Bu sefer gectigimiz Kasim ayinda Selin’le Sun Moon Lake’e yaptigimiz kacamaktan bahsedecegim. Henuz 2013 Eylul’unde yaptigimiz Sintra gezisinin yazisi taslaklarda dururken, Sun Moon Lake gezisinin ayni akibeti yasamasina gonlum razi gelmedi ve sicagi sicagina (!) bu gezi yazisini yazip bitireyim istedim. Sun Moon Lake, Taiwan’a gelmeden once ve geldikten sonra yaptigimiz gezilecek yerler arastirmalarinda -Kenting ile beraber- cokca karsimiza cikan bir yerdi. Okudugumuz yazilar ve gordugumuz fotograflar umit vaadediyordu. Aslinda oncelikli hedefimiz Kenting olmasina ragmen, neredeyse onumuzdeki 6 ay boyunca her yer dolu oldugu icin (nasil oluyorsa) onceligi Sun Moon Lake’e verdik.
Sunu belirtmek lazim ki, Tayvan’da gezmek bizim icin biraz sikintili bir is, cunku ne Selin ne de ben Cince konusabiliyoruz, ve buradakiler de ne yazik ki cok fazla Ingilizce bilmiyor. Kenting ve Sun Moon Lake gibi turistik kesimlerde dogal olarak Ingilizce bilen insanlar var, ancak yabanci turistler tarafindan daha az seyahat edilen kesimlere gittikce iletisim zorlasiyor. Bunlar goz onune alindiginda, macera istemiyorsaniz burada gezilecek yerler bir hayli azaliyor. Maceraci kisilikler icin ise ulkenin orta ve dogu kesimlerinde ve etraftaki adalarda degisik secenekler mevcut. Sun Moon Lake hakkinda edindigimiz bilgiler Cinli turistlerin yogun olarak ziyaret ettigi ve yeni evli ciftlerin balayini gecirmek icin en cok tercih ettikleri yerlerin arasinda olduguydu. Eh biz de ikinci bir balayi olur diye dusunduk. Tatilden beklentimiz cok yuksek degildi: yasadigimiz cevreden ve rutinden biraz uzaklasmak, kafa dinlemek, biraz yuruyus yapmak ve etrafimizdaki dogal guzelliklere bakip uzun ve derin dusuncelere dalmakti. Booking.com’da yapilan titiz arastirmalar sonucu kesemize uygun kalacak bir yer de bulduktan sonra gezimizi planlayivermistik bile. Sun Moon Lake’in Tayvan’daki konumunu ve etrafindakileri gormek icin asagidaki haritayi kurcalayabilirsiniz:
Cuma sabahi erkenden cantalarimizi alip bisikletlere atladik ve Tainan tren istasyonunun yolunu tuttuk. Oncelikle Tainan’dan trenle Taichung‘a, oradan da otobusle Sun Moon Lake’e gectik. Taichung bu arada Tayvan’in nufus bakimindan ucuncu buyuk sehri. Gezme firsatimiz olmadi, sadece tren istasyonundan otobuse binecegimiz yere kadar 15-20 dakika kadar yuruduk. Ancak tren istasyonunun resmini cekmisim:
Taichung Tren Istasyonu
Otobus yolculugu da tren yolculugu da cok rahatti. Iki yolculuk boyunca da Tayvan’in tasra kesimlerinin icinden gectik, pirinc tarlalarini gorduk. Tren yolculugu genel olarak adanin bati kiyisi boyunca ilerlerken, otobusun guzergahi adanin daha iclerine dogruydu ve daglardan tepelerden gectik. Otobusun guzergahi uzerindeki duraklarindan birisi de bir tepede ormanin icinde konumlanmis National Chi Nan University kampusuydu. Simdi bir daha gorsem ayni gelir mi bilmem ama, o an icimden “iste hayallerimdeki kampus” diye gecirdim. Ancak matematik bolumu olmadigini ogrenince hayallerim suya dustu.
Cok da yorucu olmayan ve hatta eglenceli sayilabilecek bir yolculuktan sonra gole vardik. Otobus bizi golun kuzey kiyisinda birakti. Oysa bizim otelimiz guneydeydi. Gorunene gore kuzey kiyisi golun daha kalabalik olan kismiydi ve restoranlar ve buyuk oteller (ve Starbucks) golun bu kisminda toplanmisti. Yani biz daha sakin olan guney kesimde kaldik ki bu da icinde gizli bir emekli amca barindiran bendenize gore oldukca guzel bir olaydi. Karsiya nasil gececez ki diye dusunurken bir teyze imdadimiza yetisti ve bizi golde tur duzenleyen teknelere yonlendirdi. Biz de bir tanesine atlayip karsi kiyiya gectik, boylece zaten yapilacaklar listemizde olan tekne turunu da aradan cikarmis olduk. Buradaki tekne turunda da elinde mikrofon olan bir arkadas durmadan konusup arada espriler sakalar falan yapti baya, bir ara zenne cikacak diye cok korktum.
Iskele
Tekneden indikten sonra biraz etrafa bakinip direk otele attik kendimizi. Biraz dinlenip disari ciktik ve etrafi kesfetmeye calistik, turist merkezine ugrayip bir kac brosur ve gezi listemizde bulunan Aborjin koyu hakkinda da bilgi aldik. Golun bizim kaldigimiz kiyisi oldukca kucuktu, toplamda yarim saatte falan butun sokaklari gezmistik. Etrafta hediyelik esya dukkanlari ve yiyecek satan dukkanlar vardi. Aksam yemegine kadar acligimizi bastiracak bir seyler ararken bir de ne gorelim:
Sokagin iki yanina siralanmis dukkanlarin arasinda bir tane de pisici vardi. Hemen Selin’le birer tane goturduk. Cuma aksamini etrafta gezinerek ve aksam yemegi icin arastirma yaparak (ve yemek yiyerek) gecirdik. Ayrica adimbasi ikram edilen meyve aromali alkollu icecekleri de tattik. Ne oldugunu anlamadik ama iki sise satin aldik, sonrasinda ogrendik ki dari sarabiymis. Bizdeki Sirince saraplari gibi. Cumartesi gununu bir teleferikle ulasilan aborjin koyune ayirmistik. Onceden okudugum yorumlarda bir cok kisi buyuklugu acisindan buraya butun bir gunu ayirmak gerektigini soyluyorlardi. Biz de sabah erkenden yola ciktik. Gol kiyisindan devam eden zevkli bir yuruyus parkurunun ardindan teleferik istasyonuna vardik. Yuruyus parkuru da boyle gorunuyor bu arada:
Teleferik istasyonunda vakit kaybetmeden biletlerimizi aldik. Ilk bakista biletlerin fiyatlari sirf teleferik yolculugu ve koye giris icin biraz pahali gelmisti, ancak durum biraz degisikmis, birazdan aciklayacagim. Teleferige binis sirasinda gorevliler gelenlere bir guzellik yapiyor ve her vagona sadece bir grubu yerlestiriyodru ve bir vagonu sadece Selin ve bana tahsis ettiler. Bu arada bir Izmirli olarak biraz da utancla itiraf ediyorum ki ilk teleferik yolculugumu Izmir’de degil de Tayan’da yaptim.
Teleferikten gole bakis
Yolculuk gole mi yoksa etraftaki muazzam ormana mi bakacagimizi sasirmakla gecti ve koye vardik. Simdi, koy bir vadi boyunca uzaniyor ve isterseniz tur otobusuyle isterseniz de yaya olarak bir noktadan digerine ulasiyorsunuz. Bahsettigim vadi asagidaki gibi gorunuyor, ancak agaclardan dolayi yapilar pek gorunmuyor:
Sportmen gencler oldugumuz ve yuruyus yollarinin asagidaki gibi keyifli olmasindan dolayi otobusi hic dusunmeden yuruyerek gezmeye karar verdik.
Vaktimizin geri kalan kismini da gercekten buyuk olan koyu gezerek gecirdik. Koyde Tayvan adasindaki butun yerli halklara ait eserlerin, giysilerin falan sergilendigi, onlarin gunluk yasamlari, kulturleri, kullandiklari aletler gibi konular hakkinda bilgiler iceren sergiler vardi. Ayrica kazilarda elde edilen eserlerin sergilendigi muzeler de vardi. Farkli halklarin adanin neresinde yasadiklarina gore ev yapiminda kullandiklari malzemeler, mimari tarzlari falan da degisiklik gosteriyormus.
Bilet fiyatlariyla ilgili kismi unutmadan burada aciklayayim. Meger teleferik istasyonundan alinan biletlerle gidis-donus teleferik yolculugu ve koye girise ek olarak koydeki butun aktivitelere de katilmaya hak kazaniyormusuz. “Koyde ne aktivite olacak ya” diye dusunurken bir lunaparkla karsilacagimizi bilmiyordum. Atli karincadan kalp hastalari icin tavsiye edilmeyecek kadar heyecanli aletlere, bir cok yas ve cesaret grubuna hitap eden cok degisik aletler vardi. Ancak biz lunapark isini fazla abartmadik. Selin’le beraber atli karincaya bindik ve bizdeki korku tuneline benzer bir yolculuk yaptik, ayrica ben Caribbean Splash adli su etkinlige katildim:
Koyde Tayvan yerlilerinin yaptiklari binalarin aslina uygun kopyalari vardi, iclerine girip gezilebiliyordu falan. Tayvan’daki her bir yerli halk icin temsili birer koy yapilmisti. Bu koylerde sozunu ettigim binalara ek olarak giysilerinin ve diger kullandiklari alet edevatlarin da sergileri vardi. Onun disinda bir de aktivite merkezi vardi. Biz varis saatimiz itibariyle geleneksel aborjin dugununu yarim saatle falan kacirmistik, ancak yine de bir gosteri izleyebildik. Bize denk gelen gosteri koyde gencler arasinda eglence amacli oynanan oyunlardan birisiydi yanlis hatirlamiyorsam:
Uzun ve yorucu bir gunun ardindan koyden ayrilip donus yoluna koyulduk. Teleferik istasyonunun kafesinde Selin’in dogum gunununu pasta ve kahve esliginde kutlayip aksam yemegi ve otele donusle gunu sonlandirdik. Yalniz simdi aklima geldi, turistik bir yer olmasina ragmen aksam yemekleri fiyatlari sehirdeki fiyatlardan hic de farkli degildi. Hatta bizim burada yemege harcadigimiz paradan belki daha da ucuzdu yemekler.
Son gunumuzde de kahvaltidan sonra otelden ayrilip golun etrafindaki diger kesimleri gezmek uzere yola koyulduk. Gol etrafinda surekli calisan bir otobus var. Bu otobus ziyaret edilen belli basli noktalara ugruyor. Biz de atlayip daha onceden gozumuze kestirdigimiz Wen Wu tapinagina gittik oncelikle. Bu tapinak, golun sulari elektrik uretimi icin yukseldiginde iki tapinak yikilmak zorunda kaldigi icin insa edilmis. Wen Wu adini sadece buradaki tapinaga ozgu bir isim oldugunu saniyordum ilk basta. Ancak Wen Wu adi belli tipteki tapinaklara verilen genel bir isim. Ayni cati altinda hem sivil hem de askeri tanrilara adanan/tapilan tapinaklara Cin’de Wen Wu tapinagi adi veriliyor. Savasci tanri Guan Yu (ya da Guan Gong) iken sivil tanrilar Confucius veya Wenchang oluyor. Bu arada benim bu bilgileri ilk agizdanmis gibi aktardigimia bakmayin, ben de topladigimiz kitapciklardan ya da en azindan wikipedia’dan aktariyorum bu bilgileri. Sun Moon Lake’teki Wen Wu tapinaginda ise Guan Gong ve Confucius’a ayrilmis birer hol var.
Tapinaktaki koruyucu aslanlardan bir tanesi
Tapinakta da bekledigimizden fazla sure harcadik. Diger otobusu bekleyip golun uzak tarafinda birkac yer daha gorelim diye planliyorduk ancak vakit gec oluyordu ve Tainan’a donmemiz gerekiyordu. O yuzden otobuse atlayip geldigimiz yere, golun kuzey kiyisina geri donduk ve gol manzarali sirin bir Italyan restoraninda guzel bir ogle yemegi yedikten sonra da otobuse atlayip geri donus yoluna koyulduk. Taichung tren istasyonuna vardigimizda iste hos olmayan bir surprizle karsilastik: butun trenler doluydu ve ayakta gitmek zorundaydik! Kendimizi kisitlamamak ve olur da belki kaciririz diye donus biletlerini onceden almamistik. Donus yolunda 3 gunun yorgunlugu uzerine bir de trende ayakta gelmek zorunda kaldik. Oldukca yorucu uc gun gecirdik ama gorduklerimize degdi dogrusu. Bir iki gunumuz daha olsaydi golun etrafindaki parkurda bisiklete binmeyi ya da dag tepe yuruyus yapmayi istiyordum ama olmadi. Kesin geziyle ilgili bahsetmeyi unuttugum kisimlar vardir, bu da sicagi sicagina yazmamamin bir sonucu ne yazik ki. Yaziya eslik etmesi icin bir cok resim koydum. Daha fazla fotograf gormek icin Flickr’daki albume goz atabilirsiniz.
Simdi onumuzde gunubirlik olarak planladigimiz Kaohsiung gezisi ve hem ziyaret hem ticaret (yani workshop) amacli bir Taitung gezimiz var, heyecanla bekliyoruz.