Taitung – Dogu Tayvan

Daha önceki bir yazinin sonunda bir calistay vesilesiyle Taitung’a yapacagimiz yolculuktan bahsetmiştim. Sun Moon Lake gezisinden sonra bence en heyecan verici geziydi. Gezinin sebebi grup teorisi ve vertex operatör cebirleri üzerine bir calistaydi. Biraz ilgi alani acisindan alakasız olsa da matematik genel kulturu bakimindan güzel bir etkinlik oldu.

Calistay Taitung Ulusal Universitesi (NTU)’nde yapildi. Taitung sehri adanin dogu kiyisinda, zaten adi tam olarak Dogu Tayvan anlamina geliyor. Kaplicalariyla unlu bir sehir. Tayvan’in dogu kiyilari adanin batisina gore daha az gelismis kismi oluyor. Cografya olarak da biraz zorlu bir bolge. Ince bir kiyi seridinin hemen ardindan yukseklik bir anda 2000 metreye cikabiliyor. Ancak bu yasami zorlastirsa da cok spektakuler manzaralar da olusturuyor. Zaten yuruyus parkurlariyla ve kamp alanlariyla dolu. Asagidaki fotoyu Taitung yerel yonetimi sitesinden aldim:

pic_R183_9

Daha maceraci bir insan olup burada yuruyus ve kamp yapmayi cok isterdim. Bir de ulkenin dogu kiyisi tayfunlarin da en cok etkiledigi kismi oluyor Tayvan’in. Tayfun dedigimiz de iste mesela sunun gibi bir sey:

Taitung’a yanlis hatirlamiyorsam 4-5 saatlik bir tren yolculuguyla ulastik. Aslinda direk seferler de olmasina ragmen gidiste Kaohsiung’ta tren degistirmemiz gerekti. Donuste de direk Tainan’a kadar ayni trenle geldik. Tanistirayim, donuste bizi eve getiren tren:

Bu fotoyou cekerken guvenlik gorevlisinden azari yedik. Aman yemedik senin sari cizgini :)
Bu fotoyou cekerken guvenlik gorevlisinden azari yedik iyi mi. Aman yemedik senin sari cizgini 🙂

Sanirim gunlere bolerek anlatirsam daha duzenli olacak ve boylece daha az sey unuturum herhalde.

6 Mart 2015

6 Mart Cuma sabahi bir gun onceden evde pisirdigimiz yolluklarimizi da cantalarimiza atip Selo’yla tren istasyonunun yolunu tuttuk. Yolluk kismindan biraz detaylı bahsetsem iyi olacak. Zaten Tayvan yemekleriyle arasi pek de iyi olmayan Selin, uzerine bir de hamilelik eklenince yemek konusunda iyice evhamli oldu. Bu yuzden yola cikarken yanimiza ev yapimi kurabiyeler, tost ekmegi, ve peynir falan da aldik. Selin ben olmadigim zamanlarda ogle yemeklerinde otel odasinda evden getirdiklerimizi yedi kiyamam. Disarda yedigimiz zamanlarda da pilavla falan idare etti. Ben de ogle yemeklerinde verilen lunchbox’lari yedim:

Jpeg

Yukarıda bahsettiğim gibi, ilk olarak aktarma yapacagimiz Kaohsiung’a gittik. Burada çok fazla beklemeden hemen bizi Taitung’a, daha doğrusu Jhihben’e goturecek trene atladık. Jhihben’e kadar yanlis hatırlamıyorsam uc saat kadar bir yolumuz vardi. Kaohsiung’tan güneye doğru biraz ilerledikten sonra Pingtung County’e girip biraz daha güneye ilerledikten sonra doğuya yöneldik. Buradan itibaren coğrafya degismeye baslamisti bile. Yoğun ormanların arasından gitmeye ve bir tünelden cikip diğerine girmeye basladik. Bir sure sonra da Tayvan’in doğu kiyisina ulasmistik. Bazen deniz manzarası esliginde, bazen de bir tünelin içinde ilerlemeye devam ettik. Tabi yol ustunde de bir kaç istasyonda durduk. Buralar gorunumleri itibariyle çok kucuk yerleşim yerleriydi ve kiyidan uzakta bulunan bazilari öyle yerlere kurulmuştu ki sanki disaridan tek ulasim sekli demiryoluydu. Olmazsa olmazım olarak içimden “ulan burada yasam nasildir acaba?” diye geçirdim. Çok sakin yerlere benziyorlardı. Neyse, yolculuk boyunca içinden gectigimiz coğrafya disinda kayda değer bir olay yasanmadi. Yolculuğun sonunda da Jhihben’e vardık. Google Haritalar’dan da doğru istasyon olduğunu onayladıktan sonra trenden indik. Bu arada asagida tren istasyonunun konumunu veriyorum. Merak ederseniz etrafa bakinabilirsiniz. Ben Google Haritalar’da saatlerini hiç gormedigi ve hatta goremeyecegi yerlere bakınarak geçiren birisiyim, belki aranızda benim gibi birileri vardır. Üstelik Tayvan’da sokak goruntusu de mevcut!

Bana gidiş yolunu bir matematikçi kesinliğinde anlatan hocam Ke, tren istasyonundan otele taksinin kaç para tutacağını bile soylemisti. Soyledigine göre Jhihben’de taksiciler taksimetre kullanmıyordu ve bana taksiye binmeden önce mutlaka fiyat konusunda anlasmami tembih etti. “İstasyondan otele kadar 250NTD tutması lazım. Eger sana fazla fiyat söylerse pazarlık yap, herkes 250’ye goturuyor de” demişti, hala hatirliyorum. Çok pazarligi sevmeyen birisi olarak isin burasini biraz çetrefilli bulmuştum. Neyse, istasyondan cikinca biraz etrafa bakinalim dedik. Yanlis hatırlamıyorsam Selo acikmisti biraz (ben trende nefis bir lunchbox goturmustum, Selin de yiyiverseydi canim bir kere bi lunchbox:)). Etrafta bakindik ancak gorduklerimiz çok umut vaat etmiyordu, etrafta fazla acik dükkan yoktu. Bu arada istasyondan cikinca soyle bir goruntuyle karsilastik:

_DSC5879

Daha fazla uzaklasmadan tren istasyonu onunde bekleyen taksilere yanastik. Ke’nin bana daha onceden verdigi otelin adresini gosterdim taksiciye ve direk “250NTD” dedi, bu iyi haberdi cunku pazarliga gerek kalmamisti. Hemen atladik taksiye ve otele doğru yola koyulduk. Yanlis hatırlamıyorsam 15 dakika falan gittik. Dediğim gibi Taitung kaplıcalarıyla unlu bir bölge, yol boyunca da sıra sıra oteller vardi. Bizim otel de en sonda, kiyidan en icerdeydi. Ogrendigim kadarıyla kaynağa en yakin otelmiş, sanirim kaplıcalarda bu önemli bir şey. En güzel otelde biz kalacaktık 🙂

Otele vardigimizda vakit daha erkendi. Resepsiyondaki görevlilere “İngilizce insanlar geldi!” diye ufak bir panik havası yasattik ama çok buyuk bir kargaşa yaşanmadan odamıza cikiverdik hemen. Check-in yaparken bir de elimize kaplıca ve karaoke bar icin birer tane giriş bileti verdiler. Odamıza cikip yerleştikten ve biraz da dinlendikten sonra, hiç alakamız olmadigi halde tamamen can sikintisindan ve meraktan havuza bir sans vermeye karar verdik. Selin girmeyecekti zaten ama benim de maceracı ruhum havuzu denemeden gitmeye razı olmadı. Neyse gittik havuza giyindik ettik falan. Ancak kaplicayla uzaktan yakından alakası olmayan ben sanirim en fazla 15 dakika falan durabildim. Kaplıca bana gore değildi, hem ben daha kaplıcaya gidecek kadar eskimemistim! Zaten bir o yana bir bu yana gidip gelmemle diğer havuz sakinlerinin de dikkatini çekmeye baslamistim. En iyisi havuzdan cikmakti. Gerci onlar da o kadar sıcak suda gayet normal bir seymis gibi oturmalarıyla benim dikkatimi çekti. Zaten aksam yemeği icin hoca ve esiyle bulusacaktik.

Aksam yemeğini de derme çatma ama çok güzel yemekler sunan bir yerde yedik. Yemekte hocanın “yemeğin yanında bira içer miyiz?” sorusu üzerine, o güne kadar basariyla surdurdugum ve 4 haftayı geride biraktigim bira içmeme orucumu o gün orada bozmuş oldum. Hatta esi sakayla karisik hocayı da fircalamisti, “cocugun diyetini bozdun” diye. Bu bira içmeme mevzusu baska bir hikaye, baska zamana kalsın.

Yemek bittiğinde daha vakit erkendi, ancak dagin basinda havuz ve karaoke disinda gidecek bir yer yoktu. Biz de karaokeye gitmeye karar verdik. Şarkı söylemeye değil tabi, ben bira içecektim artık diyet bozuldu zaten diye. Daha sonra masamıza kalabalık bir grup geldi ellerinde sakelerle şaraplarla falan. Plastik bardaklara doldurup haslanmis yumurta ve kurutulmuş et esliginde yuvarlıyorlardı sakeleri arka arkaya. Bu adamların kelle olmalarına çok kısa bir zaman var diye geçirdim içimden. Disimdan da soylemis olabilirim, cunku siklikla yaptigim bir sey. Yurtdisinin bu kismi cok guzel. Istedigin gibi konus Turkce. O siralarda bize de ikram ettiler, yok mok dedik ama ben cok fazla israr etmedim cayarlar falan diye. Bir bardak doldurttum dir de yumurta soyuverdim biraz da kuru et, ohh mis. Adamlar isi biliyor. Benim icin o ana kadar bir kahvalti ogesi olan haslanmis yumurtaya bambaska bir boyut katmisti adamlar. Biraz da onlarla ictikten sonra daha fazla kalirsak otelin yolunu bulamayacagimdan korktum. Tayvanli dostlarimiza tesekkur edip odamiza gectik.

7 Mart 2015

Cumartesi gunu konusmalar basliyordu. Sabah kahvalti icin asgiya indigimizde yine kahvaltida yiyecek bir seyler aradik. Neyse ki Sun Moon Lake’teki oteldeki kahvaltidan dolayi hazirlikliydik. Yine de ufak tefek seyler bulup karnimizi doyurabildik. Hatta bizim menemene benzeyen bir sey vardi kahvaltida. Kahvaltidan sonra ben NTU’ya gittim konusmalar icin. Konusmalar bitip de ogleden sonra otele geri donerken otelin hemen yanindaki Jhihben Ulusal Orman Alanina yuryuse gidilecegini ogrendik. Simdi, otelin bulundugu yer bir vadinin yamaci. Orman parki da vadinin karsi yamaci oluyor. Ortada da su var. Otele yaklasik 10 dakika yurume mesafesinde bir kopruyle orman parkinin kapisina geliniyor. Parkta 3-4 tane parkur vardi. Bir tanesi yanlis hatirlamiyorsam 700 basamak tirmanmali falan bir parkurdu, parkin en yuksek kismina cikip, daha sonra dilerseniz yine merdivenlerden ya da kuzey-kuzeydogu tarafina devam edip yavas yavas alcalarak diger parkurlarla parkin diger ucunda birlesiyorsunuz. Cikarim ki ben bu basamaklari ne olacak dedim ama sonra hanimi yormayalim diye biz daha kolay, daha az inmeli cikmali bir parkuru sectik.

Park gercekten cok guzeldi. Ilk defa dogal ortaminda maymun goren masum insanlar olarak durup durup agaclardaki maymunlari seyrettik. Arada dinlendik, hamaklar falan vardi. Guya kolay parkur secmistik ama havadaki nemden dolayi da baya terlemistik. Ama en azindan parkuru tamamlayip geri donduk. Parkin girisindeki cafede birseyler icip biraz hediyeliklere bakindik. Cok ozur dileyerek burada bir seyden bahsetmek istiyorum. Simdi burasi turistik bir bolge. Tamam cok yabanci turistlere hitap eden bir yer degil ama Tayvanlilarin tatil bolgesi olarak geciyor. Bu park da bolgede yogun olarak ziyaret edilen bir yer sonucta. Yani zamaninda Selcuk-Efes’te bir suya dunyanin parasini odemis birisi olarak Tayvan’daki dusuk fiyatlarla karsilasinca bir kere daha sinir oldum. Ayni sey daha da populer olan Sun Moon Lake’te de gecerliydi. Neyse. Parktan ciktiktan sonra yine ayni grupla onceki aksam hoca ve esiyle yemek yedigimiz yerde aksam yemegi yedik. Donunce de odamiza cekildik.

8 Mart 2015

Pazar gunu butun gün konuşmalar vardi. Vertex operator algebra’ya doydum yani. Aksam da bizi agirlayan matematik bolumu baska bir otelde bir yemek verdi bizim icin. Çok güzel bir ortam vardi, katilimcilar genellikle Japon, Cinli ve Tayvanliydi. Bunun disinda benimle birlikte bir tane Amerikali vardi yanlis hatırlamıyorsam yabancı madde olarak.

Japonlar çok farklı insanlar azizim. Yani o grupta hemen kendilerini belli ediyorlardi. Tamamen tavirlarina bakarak soyluyorum, yakından tanidigimdan değil ama hepsi alçak gonullu, saygili, meraklı tipler. Degisikler yani ne bileyim. Yemek boyunca bayagi konuştuk. Matematikçiler kafa insanlar, yine çok eğlendik yemek masasında, çok gulduk. Dehşet yemekler yedik.

Bu table food olayına alisamadim ben abi. Boyle donuyor yemekler masada, tam gozume kestiriyorum “oh su balıktan iki parça alirim” diye, sonra hop tepsi ters yönde dönmeye basliyor. Neyse balık benim onume geliyor, ben etrafı kesip kimse yemek alıyor mu, alıyorsa engel olmayayım, hayvanlık yapmayayım diye bakinirken hop tepsi bir daha donuyor falan. Kibarlık amacli optimum bekleme suresini ayarlamada bir sorun yasadim ama sonra bir senkron tutturduk neyse ki. Yemek bittikten sonra olaysız dagildik.

9 Mart 2015

Pazartesi butun gün geziye ayrilmisti. Kahvaltıdan sonra otobüslere atlayıp yola koyulduk. İlk duragimiz Sansiantai Adasiydi. Sansiantai daha önce adadan okyanusa uzanan ince bir burunmuş. Zamanla dalgaların asindirmasi sonucu karayla olan baglanti kesilmiş ve bir adaya donusmus. Cin mitolojisindeki 8 olumsuzden ucunun zamanında burayı ziyaret ettiği soyleniyormus. Meraklisi icin, bu uc kafadarın isimleri Li Tieguai, Lu Dongbin ve He Xiengu. Buranın karayla baglantisi kopunca 1987 yilinda sekiz kemerli bir kopru yapilmis, kopru de böyle dalgalanarak ilerleyen Cin mitolojisinin olmazsa olmazı ejderhayı animsatiyor.

_DSC5748 (2)

Adanin her yani bitkiler tarafından işgal edilmiş durumda. Sadece ahsap yuruyus yolları yapmislar, hatta bazı yerlerde o bile yok. Erozyonla asinip ilginç şekiller almis kayalar var. Degisikti gerçekten. Kucuk gorunmesine ragmen baya bir yurunuyor. Vakit de ogleye yaklasiyor ve gunes de yakmaya basliyordu. Hatta adaya giderken Selo’ya “donuste bari ayaklarimi sokayim serinleyeyim biraz” demistim. Ancak adaya git-gel 1 saat falan olmustu anca fakat donuste hava iyice kapanmis, ustune de soguk bir ruzgar cikmisti. Zaten fazla da vaktimiz yoktu ve biraz hediyelikcilere bakip otobuse donduk. Bir sure gittikten sonra yoldan sapip ogle yemegi icin kucuk bir kasabaya girdik. Ogrendigimize gore bir balikci kasabasiymis. Yine cok salas bir restoranda hizlica yemek yedik. Sonraki duragimiz da East Coast National Scenic Area’ydi. Burada bir aborjin kultur merkezi vardi. Bizim icin bir gosteri yapacaklardi. Gosteriyi beklerken yine oradaki okyanus muzesini gezdik. Cok guzel taze cekilmis bir kahve ictim muzeden cikinca oradaki kafede, hala hatirliyorum cunku cok tazeydi ve mis gibi kokuyordu. Siparisi verince oradaki gorevli eliyle cekiyor kahveyi falan. Alip kokusunu bir siseye koymak istedim. Etrafa, daglara, denize, agaclara hayran hayran bakip dolastik. Benim calistigim merkezin matematik bolum baskani ve calistayin duzenleyicilerinden Prof. Lam (halka ve modul teorici T.Y. Lam degil yalniz) sagolsun Selo’yla resmimizi cekmeyi teklif etti, hemen atladik tabi. O an bu resimde olumsuzlesti:

_DSC5803

Biraz daha oyalandiktan sonra gosteri basladi. Adanin bu kismindaki yerli halka Amis deniyordu yanlis hatirlamiyorsam. Yaptiklari gosteride de kendi geleneksel muzik aletleriyle bize ufak bir konser verdiler.

_DSC5819

O aletlerden o ses nasil cikiyor gercekten ilginc. Dunya cok ilginc bir yer, gorulecek sasirilacak bir suru sey var. Kisa da bir video cektim bir kuple muzik:

Hatta gosterinin sonunda halay bile cekildi. Ben halayi bozup insanlari dusurup falan hayatlariyla oynamamak icin seyretmekle yetindim.

_DSC5829

Guzel bir gosteriydi, her guzel sey gibi bitti. Manzaraya biraz daha hayran hayran bakildi, bol bol resim cekildi unutursak diye ama nasil unuturum ki. Tayvan’da gittigimiz her yerde oldugu gibi burada da insanlar hep guleryuzluydu. Sakin insanlar cok, degisik gercekten. Neyse konudan sapmayalim. Ben artik otele donuyoruz diye dusunurken otobus bizi baska bir yere daha goturdu. Burasi da yine kiyida, erozyonla olusan ilginc yapilarin oldugu bir kisimdi. Doganin sanat eserleri bir bakima yani. Mesela soyle:

_DSC5857

Burada da yine yuruyus parkurlari vardi. Biraz yuruduk, cokca da denize bakip daldik. Bu sirada bulutlar iyice toplanmaya basladi ve tam biz ayrilmaya hazirlanirken de yagmur atistirmaya basladi. Otobuse bindigimizde artik yorgun hissetmeye baslamistik. Bir ara durduk ve buharda pismis ekmek arasi sandvic (sandvic diyince basit geldi kulagima ama degil) almak icin durduk. Boylece gorduk ki yolda otobusu sabahin korunde bir ekmek firininin onune cekip firindan yeni cikmis ekmek almak gibi aliskanlikar sadece bizde yok. Selin “ben yemicem sen kendine al” dese de ben ileri goruslu birisi olarak birkac kisilik aldim. Zaten yemicem diyen Selin de yedi bi guzel.

Yola devam edip aksam yemegi icin de Taitung sehir merkezine gittik. Burada herkes serbest takildi. Aslinda donup dolasip oraya gidecegimizi bildigimiz halde yemekcilerin orada bir tur attiktan sonra kendimizi McDonald’sa attik. Selin de kac gun sonra bayram etti kiyamam. Artik otele gitmek icin yeterince yorgunduk.

10 Mart 2015

Sali artik donus gunuydu, ama yarim gun konusma vardi. Odayi da bosaltmamiz gerektigi icin Selin de universiteye geldi. Uppsala’dan sonra sanirim ikinci kez matematige maruz kaldi istegi disinda. Kampusun muazzam bir mimarisi vardi, binalar cok guzeldi. Her blokta boyle uclari acik koridorlar vardi. Resim cekmedigim icin benim betimlememle yetinmek zorundasiniz, uzgunum. Yani uclari acik dediysem birer kapiyla disariya bir avluya, acik havaya aciliyordu. Bu avlulara da cok rahat masalar sandalyeler atmislardi. Insanlar ofiste bunalinca belki bi disarda hava alip geliyorlardir ne guzel. Yani ben olsam hava almaya cikardim sik sik. Univeristenin kutuphane binasi da ayri bir guzeldi. Bunu betimlemeye calismayip direk google’dan buldugum bir resmini koyuyorum buraya:

Hobbiton halk kutuphanesi gibi duruyor hakikaten. Her neyse, bu kutuphanenin catisina cikilabiliyor ve catidan okyanus gorunuyor demislerdi bana. Ancak o gun konusmalari kacirmamak icin gitmeyip son gundeki bir boslukta giderim demistim. Ne yazik ki son gun de yagmur yaginca gidemedim. Gelecekte Tayvan’a donmek icin bir sebep daha oldu iste boylece. Konusmalar bittikten sonra kampuste ogle yemegi yedikten sonra bizi tren istasyonuna goturecek aracimiz geldi ve Dunya’nin bir ucunda, daha once ayak basmayi benim bile hayal bile etmedigim bir yere daha veda ettik. Bir daha gitme ihtimalim yok denecek kadar az olan bir yere veda ederken bir garip hissediyorum. Yani Izmir’den ayrilmak gibi degil. Hatta Portekiz’den ayrilirken mesela ilk firsatta donecegime dair bir soz vermistim kendime. Ama bir yere bir daha adim atmayacaginizi bilerek veda etmek cok farkli, neyse. Kayda deger bir olay yasanmayan bir tren yolculugundan sonra eve geri donduk. Bir gezi de boyle bitti iste demeden once Prof. Harada hakkinda bir paragraf acmak istiyorum.

Profesor Harada

Calistayin acilis konusmasini Japon Prof. Koichiro Harada yapti. Kendisi sonlu basit gruplar uzerine yaptigi calismayla taniniyor, Ohio State’ten emekli. Prof. Lam’in da doktora danismaniymis. Ilk gun Ke’yle yemege gitmeden once tanistik otelin lobisinde. Turkiye’den oldugumu ogrendiginde gosterdigi ilgiden anlamaliydim aslinda orada gecirdigim sure boyunca cok sohbet edecegimizi.

Ilk tanisma esnasinda fazla konusmadik, ayakustu konusup neler calistigimdan basettikten sonra biz aksam yemegine gittik. Ertesi gun orman parkinda yuruyuse giderken yanima yaklasip sohbete basladi. Cok merakliydi, cok renkli bir kisilikti. Turkiye ve benimle ilgili merak ettigi her seyi sordu. Ben anlattikca o daha da sordu, cok keyifli sohbetler yaptik. Turkiye hakkinda inanilmaz bilgiliydi, hadi Efes’i, Bergama’yi falan bilmesine sasirmadim hadi ama benim google’a bakmak zorunda kaldigim Mersin’deki bazi seylerden bahsedince sasirdim. Gerci simdi dusununce belki Mersinli birisi de Efes veya Bergama’yi bilmesine sasirabilir. Neyse.

Karsisinda Bulent Arinc vs Japon Prensi gibi hissettim zaman zaman. Bana Turklerin tarihini sordu. Kendisi surekli afedersin (!) Yunan tarihinden, onemli kilometre taslarindan, savaslardan, efsanelerden bahsetti. Benim anlattigim Turk tarihinde bunlarin hicbiri gecmeyince sasirdi biraz. Kendileri okulda Yunan tarihi falan da ogreniyorlarmis. Sonra benim biraz eziklendigimi gorunce belki de teselli amacli olarak kendisinin tarihe oldukca merakli oldugunu, cok okudugunu ve belki de o yuzden bu kadar sey bildigini soyledi. Benim verdigim her bilgiden sonra yuzundeki yeni bir sey ogrenmis olmanin mutlulugunu gorebiliyordum, surekli sasirma ve onaylamayla karisik bir yuz ifadeyisle “Oh I see, I understand now” diyerek yanitladi anlattiklarimi.

Ne yazikti ki benim Japonya hakkinda Tsubasa, Hidetoshi Nakata, Hayao Miyazaki ve animeler disinda pek bir bilgim yoktu. Bir ara kizimiza ne isim verecegimizi bile sordu. Sonra bir gun konu Turkce’den acildi. Kendisine Turkce’nin daha once duydugu hicbir dile benzememesi ilginc geldi. Surekli bize farkli nesnelerin Turkce’deki karsiliklarini sorup Ingilizce, Japonca veya herhangi bildigi bir dil ile bir benzerlik bulmaya calisti ama basarili olamadi. Bu duruma cok sasirdi. Iki-uc gun boyunca ansizin o an aklina gelen kelimelerin Turkce karsiliklarini sordu. Cok uzatmayayim, cok renkli bir kisilikti. Cok canayakindi. Cok guzel sohbetler ettik. Orman parkina yuruyuse giderken Prof Lam bana “Harada’yi takip etmeyin sakin cunku ayak uyduramazsiniz” demisti. Gercekten de kendisi onden onden gaza basip gitti, ayrica o bizim goze alamadigimiz yuzlerce basamakli parkuru da bitirdi kendisi. Boyle de dinc birisiydi. Hatta kutuphanenin catisina cikip bana manzarayi haber veren kisi de kendisiydi. Kendisiyle su resmi cekildik:

_DSC5799

Selin Turkiye’ye donmeden once yaptigimiz son gezimizin yazisi da burada sonlaniyor. Son olarak bir kac resim daha:

“There is a pleasure in the pathless woods, there is a rapture on the lonely shore, there is society, where none intrudes, by the deep sea, and music in its roar: I love not man the less, but Nature more.” – Lord Byron.

Tayvan’da Vergi Dairesi Deneyimi

Jpeg

Bugun gelir vergisi islemleri icin Tainan’daki yerel vergi dairesine gittim. Burada vergi konusunda soyle bir uygulama var. Eger yabanciysaniz, bir takvim yili icinde (1 Ocak – 31 Aralik arasi) Tayvan’da alti aydan az kaliyorsaniz odeyeceginiz gelir vergisi en yuksek miktardan hesaplaniyor. Belki Turkiye’de de benzer bir uygulama vardir, yabanci sporculara falan sormak lazim. Biz buraya 30 Haziran 2014’te geldik. Dolayisiyla bir gun bile Tayvan’dan cikmamamiz gerekiyordu daha az vergi odemek icin. Sonra ogrendik ki bu adamlar benden vergiyi en yuksek oranda keseceklermis ve eger 2014 sonunda ulkede alti aydan fazla kalmis olursam 2015’te bir vergi iadesi basvurusu yapip odedigim fazla vergiyi geri alacakmisim. “Ne yapalim saglik olsun” dedik, hem boylece zorunlu olarak para da biriktirmis olacaktik.

Bugunku bu is icin ucuncu gidisimdi. Ilk gidisimde bu isi halledememem onlarin kabahati: “Esinizin oturma izninde evli oldugu yaziyor, ama sizle evli oldugu yazmiyor. O yuzden evlilik belgesi getirmeniz lazim.” dediler ilk gittigimde. Neyse ki evde hazirda bir evlilik belgemiz vardi. Ancak dun ikinci gidisimde de banka cuzanimi yanima almadigimi farkettim. Bolume gidip banka cuzdanini alip tekrar vergi dairesine gitmek benim huyum degildi, demek ki o gun hallolmayacakti bu is. Israr etmeye gerek yoktu.

Neyse bu sabah artik her seyi yanima aldigimdan emin olup tekrar gittim vergi dairesine.  Sadece yabancilarla ilgilenen bir gorevli abla var. Artik son bir haftada beni ucuncu gorusu oldugu icin midir bilemem, hatirladi beni ya da hatirlar gibi yapti. Benden daha once gelmis olan Japon bir abi vardi. Goz ucuyla ona baktim biraz ne yapiyor diye. Pek ne yaptiginin farkinda degildi, elindeki belgeleri evirip ceviriyor ve verilen formu dolduruyor gibi yapiyordu. “Oh be yalniz degilmisim” dedim kendi kendime ve rahatladim. Cunku ben de daha onceki gelisimde aldigim formda sadece kimlik bilgileri kismini doldurmustum. Bu is icin onemli butun bolumler bombos duruyordu.

Sonra gorevli benimle ilgilenmeye basladi ve direk hangi bosluga ne yazmam gerektigini Bilal’e anlatir gibi anlatti. Tabi oncesinde telefonda uzun bir sure konustu, kikirdedi falan. “Memur her yerde memur arkadas!” dedim yanimdaki Japon abiye, ama icimden. Neyse, hakkini vermek lazim, ben elimde formlar olmasina ve her sey acik acik yazilmis olmasina ragmen vergi jargonuna aliskin olmadigim icin formu dolduramamistim. Kadin olmasa da dolduramayacaktim. Ben ne anlarim deductiondan, exemptiondan. Ben en fazla vergi iade zarfi doldurmayi biliyorum.

Her sey bes dakika icinde bitmisti ve belgelerimi geri almak icin beklemeye baslamistim. Bu arada sonradan gelen yabanci bir ablayla da muhabbet ettik. Daha onceki yazilarin birinde bahsetmistim. Tayvan’da iki yabanci birbirini gorunce eger durup konusacak bir ortam varsa mutlaka konusuyor. Yani ben hic konusma baslatmadim ama tren istasyonunda vs beklerken gelip konusanlar oldu hep. Vergi dairesindeki abla da bana ne zamandir Tayvan’da kaldigimi sorarak muhabbeti baslatti. Ben hikayemi anlattim, on aydir burada oldugumu soyleyince daha yeni oldugumu soyledi. Kendisi de Yeni Zelanda’dan gelen bir misyonermis. Bu yurtdisinda karsilastigim ikinci misyonerdi, digeri de Portekizce kursundaki, yillarini Angola bozkirlarinda Hristiyanligi yayarak gecirmis birisiydi. Neyse, kendisi 26 yildir Tayvan’da oldugunu soyleyince bana neden “sen yenisin buralarda” ayagi cektigini anladim.  Misyoner oldugunu soyledigi anda “Gecen Pazar seni kilisede goremedim” ya da “Isa hakkinda konusmak istermisin” diyecek diye kendimi hazirlayip bekledim. Nedense kafamda misyonerler hakkinda boyle bir onyargi var. Bir-iki dakika konustuktan sonra kadinin sirasi geldi, ben de gitmek uzereydim zaten. Bu islemin bu kadar kolay olacagina inanamadigim icin bir sure daha orada kalmakta israr ettim. Islemin bittiginden iyice emin olduktan sonra da binayi terk ettim.

Boyle ayak islerini hic sevmemek ve son gune birakmak gibi kotu bir huyum var. Bu huydan kurtulmak icin boyle isleri hallettikten sonra ufak tefek odullerle kendimi simartiyorum 🙂 Odul dediysek de buyuk bir sey degil, alt tarafi donuste McDonalds’tan bir Oreo McFlurry aldim. Orada da ilginc bir olayla karsilastim. Saatin erken oldugundan haberim yok tabi, ben gittigimde McDonald’sin da icinde bulundugu (ve Tainan’daki en uzun binalardan biri olmasi sebebiyle “tall building” olarak adlandirdigimiz ve bir referans noktasi olarak aldigimiz) alisveris merkezi henuz acilmamisti. Acilmasina birkac dakika oldugu icin bekledim. Neyse mekan acilinca iceri girdik benim gibi bekleyenlerle birlikte. Ilginc olan olay da, kapidan girer girmez icerideki istisnasiz butun dukkanlarin calisanlari dukkanlarinin kapisinda musteriler onunde egilip hosgeldiniz diyordu. Onemli bir heyet falan ziyaret ediyor ve ben de aralarina karistim herhalde falan diye etrafima bakindim ama pek oyle gorunmuyordu. Yani rutin uygulama bu sekildeymis. Her sabah dukkan calisanlari ilk musterileri boyle kapida onlerinde egilerek karsiliyorlar. Alt tarafi bir dondurma alip ciktigim icin utandim biraz acikcasi 🙂

Hoscakalin! 再见!

(Alinteri degil Google Translate)

Kaohsiung’ta Bir Gun

Merhaba. Bu sefer Cin Yeni Yili tatilinden de faydalanarak 20 Subat 2015 Cuma gunu Selin’le buradaki komsu sehir Kaohsiung’a gunubirlik yaptigimiz geziden bahsedecegim. Aslinda tatil bahane, esnek calisma saatlerine sahip birisi olarak genelde kafamiza estigi zaman kafamizin estigi yere gidebiliyoruz cok sukur. Postdoc olmanin da boyle bir avantaji var. Ama ne yazik ki bu guzel gunlerin de sonuna yaklasiyoruz.

Neyse, konudan uzaklasmayalim. Oncelikle Kaohsiung hakkinda biraz ansiklopedik bilgi vereyim. Kaohsiung, Tainan’in yaklasik 50km guneyinde yer aliyor. Taiwan’in nufus bakimindan en buyuk ikinci sehri ve ulkenin en buyuk limanina ev sahipligi yapiyor. Yuksek binalar, ticaret merkezleri ve genis caddeleriyle de modern bir sehir goruntusu var. 17. yuzyilda kucuk bir ticaret noktasi olarak kurulduktan sonra adamlar almis yurumus ve su an guney Taiwan’in kalbi durumunda.

Aslinda Kaohsiung’a gitmek pek kafamizda yoktu. Yeni yil tatilinden onceki haftalarda burada birlikte calistigim hocayla (Prof. Ke) ofisinde otururken tatil planlarindan bahsettik. Kendisi bana bir araba kiralayip Tayvan adasinin etrafinda bir tur atmak gibi vahsi ve macera dolu bir oneriyle geldi. Ancak her ne kadar macera seven insanlar olsak da bu teklif pek cazip gelmedi. Unutmadan soyleyeyim, bu tatil planlarinin yapildigi konusma ayni zamanda Ke’nin Fen Fakultesi dekani oldugunu ogrendigim gune de denk geliyor (Facebook’ta bahsetmistim). Tayvan’in Antalya’si konumundaki Kenting’de yerler hep doluydu (pahaliydi desek daha dogru olur sanirim). Daha sonra Ke bana Kaohsiung’a gitmeyi onerdi. Hemen Google Maps acilip gezilecek noktalar belirlendi, planlar yapildi. Birer gizli servis calisani edasiyla kusursuz bir plan yaptik. Eve gidip Selin’e bu planimizdan bahsetmek icin sabirsizlaniyordum. Selin’in de onaylamasiyla her sey hazirdi.

Neyse efendim Cuma sabahi erkenden atladik trene ve dustuk yollara. Tayvan’da trene binmek oldukca keyifli. Hatta trenle adanin etrafini dolasabilirsiniz, oyle de kapsamli bir demiryolu agi var. Kaohsiung’ta ilk duragimiz Lotus Golu idi. Aslinda gol degil de golcuk desek daha dogru olur, ustelik bir de insan yapimi. Adini da golde bulunan nilufer ciceklerinden aliyor. Gol ayrica etrafindaki tapinaklarla da meshur. Ke’nin de bana tavsiyesi gol etrafindaki tapinaklari mutlaka gormekti. Az falan da degil baya tapinak var golun etrafinda. Bunlardan benim en ilgimi ceken “Ejderha ve Kaplan Pagodasi” idi. Birer ejderha ve kaplanin agzindan giris yapmak suretiyle ulasiliyor pagodalara.

_DSC5605 _DSC5604 (2)

Sansimiza, gittigimiz gunun tatil olmasi sebebiyle sanirim, gol cevresi panayir gibiydi. Yemek saticilari yuruyus yolunu sagli sollu isgal etmislerdi. Ben biraz kalabaliktan rahatsiz oldum ama yapacak bir sey yok, adamlarin kendi ulkesi sonucta 🙂 Yurumek, fotograf cekmek, iki dakika soluklanmak falan cok cok zordu. Sakin bir zamanda ziyaret edip daha cok vakit ayirmak isterdim. Zaten yemek konusunda oldukca secici olan Selin bunun ustune karninda minik bir Hatipoglu tasiyor oldugu icin yemeklere hic yanasmadi. Ben de artik yavas yavas ne yedigime dikkat ediyorum. Neyse, soyle manzaralar vardi yemek saticilarinda:

Su izgaracinin onunde durup “abi benim elim bos kalmasin” demedigime pisman oldum simdi fotolara tekrar bakinca. O tapinaga gir, obur kuleye tirman, suraya da bakalim derken ogle vaktine gelmistik. Daha gezilecek cok yer vardi. Bir kosede soluklanip, gezimizin ikinci duragina nasil erisebilirizi tartismaya basladik.

Sonraki duragimiz National Sun Yat-Sen Universitesi kampusuydu. Aslinda biz plaja gidiyorduk ama iste olaya bakin ki plaj universite kampusundeydi. Adamlar denize sifir universite yapmis yahu! Olacak is degil. Yillarini Tinaztepe’de gecirmis birisi olarak cok icerledim bu duruma. Universitenin kampusu muazzamdi. Peyzaj meyzaj adamlar costurmus valla. Hava inanilmaz sicakti Subat ayi olmasina ragmen. Yanimiza mayolarimizi almamistik ancak yine de dizlerimize kadar girdik. O gunlerde Izmir’de kar yagiyordu falan 🙂 Bahsettigim plaj su sekilde, arkada gorunen binalar universite binalari. Bir tanesi yurt binasi hatta otel gibi. Alttaki fotograf da kampusten bir kare._DSC5653 (2)

_DSC5649 (2)

Suya gir, kumla oyna, ye-ic-dinlen derken fena sicak oldu hava ve vakit de hizla akip gitmisti. Bu yuzden daha fazla durmadik kumsalda.  Buradan sonra yakinda sehre hakim bir tepeye cikip sehri izlemeyi, sonrasinda da feribota atlayip limanin karsi tarafina gecip deniz kenarindaki parka gitmeyi dusunuyordum ama yorgunluktan oturu fikir degistirdik. Tabi bu arada saat de aksama dogru ilerliyordu. Selin’in hamileligi nedeniyle de ne olur ne olmaz diyerek cok da fazla kasmayalim dedik. Ne yapalim diye dusunurken aksam yemegi vaktinin yavas yavas geldigini farkedince artik bir sonraki duragimiz belli olmustu. Zaten daha yola cikmadan aksam yemegini Kaohsiung’a daha onceki ziyaretimizde de ugradigimiz Turk restorani Taksim’de yemeye karar vermistik. O yuzden direk metroya atlayip restoranin yolunu tuttuk.

Onceki gidisimizde kendim icin iki ayri yemek soylemem uzerine “once bir porsiyonlari gorseydiniz” diyerek beni gulumseten isletmeci arkadas neyse ki bu sefer ayni hataya dusmedi, ne soylediysem getirdi. Porto’da Mehmet abi ve Rukiye’nin hunerli ellerinden cikan yemekler, donerler ve pidelerle oldukca simartilmis oldugumuz icin yurtdisindaki bir Turk restoraninin kalitesi konusunda cita bir hayli yuksekti. Ancak Taksim’de yediklerimiz ve menu bizi tatmin etti. Yemegin ustune ikram edilen cay da ilac gibi geldi. Aslinda Tainan-Kaohsiung arasi mesafenin kisaligi dusunulurse sirf yemek icin bile gidip gelinebilinir ara sira.

Neyse, yemeklerimizi de yiyip mutlu olduktan sonra donus yoluna hazirdik. Aslinda benim aksam icin bir Night Market’a ugrama planim vardi ama yorgun oldugumuz icin cok israr etmedim. Donus yolunda yururken bizim fuar gibi bir parkin kosesine kondurulmus Ritzenhoff adli cok sirin bir restoran gorduk. Bir seyler icip soluklandiktan sonra tren istasyonuna gidip evimizin yolunu tuttuk. Bir gezi de boyle bitmisti!

Sun Moon Lake Gezimiz

Bir baska gezi yazisiyla karsinizdayiz. Bu sefer gectigimiz Kasim ayinda Selin’le Sun Moon Lake’e yaptigimiz kacamaktan bahsedecegim. Henuz 2013 Eylul’unde yaptigimiz Sintra gezisinin yazisi taslaklarda dururken, Sun Moon Lake gezisinin ayni akibeti yasamasina gonlum razi gelmedi ve sicagi sicagina (!) bu gezi yazisini yazip bitireyim istedim. Sun Moon Lake, Taiwan’a gelmeden once ve geldikten sonra yaptigimiz gezilecek yerler arastirmalarinda -Kenting ile beraber- cokca karsimiza cikan bir yerdi. Okudugumuz yazilar ve gordugumuz fotograflar umit vaadediyordu. Aslinda oncelikli hedefimiz Kenting olmasina ragmen, neredeyse onumuzdeki 6 ay boyunca her yer dolu oldugu icin (nasil oluyorsa) onceligi Sun Moon Lake’e verdik.

Sunu belirtmek lazim ki, Tayvan’da gezmek bizim icin biraz sikintili bir is, cunku ne Selin ne de ben Cince konusabiliyoruz, ve buradakiler de ne yazik ki cok fazla Ingilizce bilmiyor. Kenting ve Sun Moon Lake gibi turistik kesimlerde dogal olarak Ingilizce bilen insanlar var, ancak yabanci turistler tarafindan daha az seyahat edilen kesimlere gittikce iletisim zorlasiyor. Bunlar goz onune alindiginda, macera istemiyorsaniz burada gezilecek yerler bir hayli azaliyor. Maceraci kisilikler icin ise ulkenin orta ve dogu kesimlerinde ve etraftaki adalarda degisik secenekler mevcut. Sun Moon Lake hakkinda edindigimiz bilgiler Cinli turistlerin yogun olarak ziyaret ettigi ve yeni evli ciftlerin balayini gecirmek icin en cok tercih ettikleri yerlerin arasinda olduguydu. Eh biz de ikinci bir balayi olur diye dusunduk. Tatilden beklentimiz cok yuksek degildi: yasadigimiz cevreden ve rutinden biraz uzaklasmak, kafa dinlemek, biraz yuruyus yapmak ve etrafimizdaki dogal guzelliklere bakip uzun ve derin dusuncelere dalmakti. Booking.com’da yapilan titiz arastirmalar sonucu kesemize uygun kalacak bir yer de bulduktan sonra gezimizi planlayivermistik bile. Sun Moon Lake’in Tayvan’daki konumunu ve etrafindakileri gormek icin asagidaki haritayi kurcalayabilirsiniz:

Cuma sabahi erkenden cantalarimizi alip bisikletlere atladik ve Tainan tren istasyonunun yolunu tuttuk. Oncelikle Tainan’dan trenle Taichung‘a, oradan da otobusle Sun Moon Lake’e gectik. Taichung bu arada Tayvan’in nufus bakimindan ucuncu buyuk sehri. Gezme firsatimiz olmadi, sadece tren istasyonundan otobuse binecegimiz yere kadar 15-20 dakika kadar yuruduk. Ancak tren istasyonunun resmini cekmisim:

_DSC5013
Taichung Tren Istasyonu

Otobus yolculugu da tren yolculugu da cok rahatti. Iki yolculuk boyunca da Tayvan’in tasra kesimlerinin icinden gectik, pirinc tarlalarini gorduk. Tren yolculugu genel olarak adanin bati kiyisi boyunca ilerlerken, otobusun guzergahi adanin daha iclerine dogruydu ve daglardan tepelerden gectik. Otobusun guzergahi uzerindeki duraklarindan birisi de bir tepede ormanin icinde konumlanmis National Chi Nan University kampusuydu. Simdi bir daha gorsem ayni gelir mi bilmem ama, o an icimden “iste hayallerimdeki kampus” diye gecirdim. Ancak matematik bolumu olmadigini ogrenince hayallerim suya dustu.

Cok da yorucu olmayan ve hatta eglenceli sayilabilecek bir yolculuktan sonra gole vardik. Otobus bizi golun kuzey kiyisinda birakti. Oysa bizim otelimiz guneydeydi. Gorunene gore kuzey kiyisi golun daha kalabalik olan kismiydi ve restoranlar ve buyuk oteller (ve Starbucks) golun bu kisminda toplanmisti. Yani biz daha sakin olan guney kesimde kaldik ki bu da icinde gizli bir emekli amca barindiran bendenize gore oldukca guzel bir olaydi. Karsiya nasil gececez ki diye dusunurken bir teyze imdadimiza yetisti ve bizi golde tur duzenleyen teknelere yonlendirdi. Biz de bir tanesine atlayip karsi kiyiya gectik, boylece zaten yapilacaklar listemizde olan tekne turunu da aradan cikarmis olduk. Buradaki tekne turunda da elinde mikrofon olan bir arkadas durmadan konusup arada espriler sakalar falan yapti baya, bir ara zenne cikacak diye cok korktum.

_CSC5334 (2)
Iskele

Tekneden indikten sonra biraz etrafa bakinip direk otele attik kendimizi. Biraz dinlenip disari ciktik ve etrafi kesfetmeye calistik, turist merkezine ugrayip bir kac brosur ve gezi listemizde bulunan Aborjin koyu hakkinda da bilgi aldik. Golun bizim kaldigimiz kiyisi oldukca kucuktu, toplamda yarim saatte falan butun sokaklari gezmistik. Etrafta hediyelik esya dukkanlari ve yiyecek satan dukkanlar vardi. Aksam yemegine kadar acligimizi bastiracak bir seyler ararken bir de ne gorelim:

_DSC5018

Sokagin iki yanina siralanmis dukkanlarin arasinda bir tane de pisici vardi. Hemen Selin’le birer tane goturduk. Cuma aksamini etrafta gezinerek ve aksam yemegi icin arastirma yaparak (ve yemek yiyerek) gecirdik. Ayrica adimbasi ikram edilen meyve aromali alkollu icecekleri de tattik. Ne oldugunu anlamadik ama iki sise satin aldik, sonrasinda ogrendik ki dari sarabiymis. Bizdeki Sirince saraplari gibi. Cumartesi gununu bir teleferikle ulasilan aborjin koyune ayirmistik. Onceden okudugum yorumlarda bir cok kisi buyuklugu acisindan buraya butun bir gunu ayirmak gerektigini soyluyorlardi. Biz de sabah erkenden  yola ciktik. Gol kiyisindan devam eden zevkli bir yuruyus parkurunun ardindan teleferik istasyonuna vardik. Yuruyus parkuru da boyle gorunuyor bu arada:

_DSC5057

Teleferik istasyonunda vakit kaybetmeden biletlerimizi aldik. Ilk bakista biletlerin fiyatlari sirf teleferik yolculugu ve koye giris icin biraz pahali gelmisti, ancak durum biraz degisikmis, birazdan aciklayacagim. Teleferige binis sirasinda gorevliler gelenlere bir guzellik yapiyor ve her vagona sadece bir grubu yerlestiriyodru ve bir vagonu sadece Selin ve bana tahsis ettiler. Bu arada bir Izmirli olarak biraz da utancla itiraf ediyorum ki ilk teleferik yolculugumu Izmir’de degil de Tayan’da yaptim.

_DSC5118
Teleferikten gole bakis

Yolculuk gole mi yoksa etraftaki muazzam ormana mi bakacagimizi sasirmakla gecti ve koye vardik. Simdi, koy bir vadi boyunca uzaniyor ve isterseniz tur otobusuyle isterseniz de yaya olarak bir noktadan digerine ulasiyorsunuz. Bahsettigim vadi asagidaki gibi gorunuyor, ancak agaclardan dolayi yapilar pek gorunmuyor:

_DSC5226

Sportmen gencler oldugumuz ve yuruyus yollarinin asagidaki gibi keyifli olmasindan dolayi otobusi hic dusunmeden yuruyerek gezmeye karar verdik.

_DSC5160

Vaktimizin geri kalan kismini da gercekten buyuk olan koyu gezerek gecirdik. Koyde Tayvan adasindaki butun yerli halklara ait eserlerin, giysilerin falan sergilendigi, onlarin gunluk yasamlari, kulturleri, kullandiklari aletler gibi konular hakkinda bilgiler iceren sergiler vardi. Ayrica kazilarda elde edilen eserlerin sergilendigi muzeler de vardi. Farkli halklarin adanin neresinde yasadiklarina gore ev yapiminda kullandiklari malzemeler, mimari tarzlari falan da degisiklik gosteriyormus.

Bilet fiyatlariyla ilgili kismi unutmadan burada aciklayayim. Meger teleferik istasyonundan alinan biletlerle gidis-donus teleferik yolculugu ve koye girise ek olarak koydeki butun aktivitelere de katilmaya hak kazaniyormusuz. “Koyde ne aktivite olacak ya” diye dusunurken bir lunaparkla karsilacagimizi bilmiyordum. Atli karincadan kalp hastalari icin tavsiye edilmeyecek kadar heyecanli aletlere, bir cok yas ve cesaret grubuna hitap eden cok degisik aletler vardi. Ancak biz lunapark isini fazla abartmadik. Selin’le beraber atli karincaya bindik ve bizdeki korku tuneline benzer bir yolculuk yaptik, ayrica ben Caribbean Splash adli su etkinlige katildim:

_DSC5156

Koyde Tayvan yerlilerinin yaptiklari binalarin aslina uygun kopyalari vardi, iclerine girip gezilebiliyordu falan. Tayvan’daki her bir yerli halk icin temsili birer koy yapilmisti. Bu koylerde sozunu ettigim binalara ek olarak giysilerinin ve diger kullandiklari alet edevatlarin da sergileri vardi. Onun disinda bir de aktivite merkezi vardi. Biz varis saatimiz itibariyle geleneksel aborjin dugununu yarim saatle falan kacirmistik, ancak yine de bir gosteri izleyebildik. Bize denk gelen gosteri koyde gencler arasinda eglence amacli oynanan oyunlardan birisiydi yanlis hatirlamiyorsam:

_DSC5204

Uzun ve yorucu bir gunun ardindan koyden ayrilip donus yoluna koyulduk. Teleferik istasyonunun kafesinde Selin’in dogum gunununu pasta ve kahve esliginde kutlayip aksam yemegi ve otele donusle gunu sonlandirdik. Yalniz simdi aklima geldi, turistik bir yer olmasina ragmen aksam yemekleri fiyatlari sehirdeki fiyatlardan hic de farkli degildi. Hatta bizim burada yemege harcadigimiz paradan belki daha da ucuzdu yemekler.

Son gunumuzde de kahvaltidan sonra otelden ayrilip golun etrafindaki diger kesimleri gezmek uzere yola koyulduk. Gol etrafinda surekli calisan bir otobus var. Bu otobus ziyaret edilen belli basli noktalara ugruyor. Biz de atlayip daha onceden gozumuze kestirdigimiz Wen Wu tapinagina gittik oncelikle. Bu tapinak, golun sulari elektrik uretimi icin yukseldiginde iki tapinak yikilmak zorunda kaldigi icin insa edilmis. Wen Wu adini sadece buradaki tapinaga ozgu bir isim oldugunu saniyordum ilk basta. Ancak Wen Wu adi belli tipteki tapinaklara verilen genel bir isim. Ayni cati altinda hem sivil hem de askeri tanrilara adanan/tapilan tapinaklara Cin’de Wen Wu tapinagi adi veriliyor. Savasci tanri Guan Yu (ya da Guan Gong) iken sivil tanrilar Confucius veya Wenchang oluyor. Bu arada benim bu bilgileri ilk agizdanmis gibi aktardigimia bakmayin, ben de topladigimiz kitapciklardan ya da en azindan wikipedia’dan aktariyorum bu bilgileri. Sun Moon Lake’teki Wen Wu tapinaginda ise Guan Gong ve Confucius’a ayrilmis birer hol var.

_DSC5248
Tapinaktaki koruyucu aslanlardan bir tanesi

Tapinakta da bekledigimizden fazla sure harcadik. Diger otobusu bekleyip golun uzak tarafinda birkac yer daha gorelim diye planliyorduk ancak vakit gec oluyordu ve Tainan’a donmemiz gerekiyordu. O yuzden otobuse atlayip geldigimiz yere, golun kuzey kiyisina geri donduk ve gol manzarali sirin bir Italyan restoraninda guzel bir ogle yemegi yedikten sonra da otobuse atlayip geri donus yoluna koyulduk. Taichung tren istasyonuna vardigimizda iste hos olmayan bir surprizle karsilastik: butun trenler doluydu ve ayakta gitmek zorundaydik! Kendimizi kisitlamamak ve olur da belki kaciririz diye donus biletlerini onceden almamistik. Donus yolunda 3 gunun yorgunlugu uzerine bir de trende ayakta gelmek zorunda kaldik. Oldukca yorucu uc gun gecirdik ama gorduklerimize degdi dogrusu. Bir iki gunumuz daha olsaydi golun etrafindaki parkurda bisiklete binmeyi ya da dag tepe yuruyus yapmayi istiyordum ama olmadi. Kesin geziyle ilgili bahsetmeyi unuttugum kisimlar vardir, bu da sicagi sicagina yazmamamin bir sonucu ne yazik ki. Yaziya eslik etmesi icin bir cok resim koydum. Daha fazla fotograf gormek icin Flickr’daki albume goz atabilirsiniz.

Simdi onumuzde gunubirlik olarak planladigimiz Kaohsiung gezisi ve hem ziyaret hem ticaret (yani workshop) amacli bir Taitung gezimiz var, heyecanla bekliyoruz.

Buddha’nın Kafası (Meyve olan)

Baslik biraz garip, farkindayim. Hemen acikliyorum. Bugun burada beraber calistigim hocayla haftalik gorusmemizi yaptik yine. Ilk olarak matematikten bahsettikten sonra yine laf her zamanki gibi “ee matematik disinda her sey nasildi gorusmeyeli” kismina geldi. Haftalik gorusmelerin bu kismini da matematik konustugumuz kismi kadar seviyorum. Ozellikle buradaki degisik aliskanliklar, kultur ve gelenekler, gezilecek yerler, tadilacak yemekler ve benzer konularda bir cok sey ogreniyorum. Bugun uc bes sohbetten sonra da hoca arkasindaki masaya uzanip icinde iki tane cisim bulunan bir torbayi aldi. Daha once de cay vb gibi seyler hediye etmisti bana, bu sefer torbadan bir meyve cikti. Normalde yedigim her farkli yiyecegi gelip de burada yazmak gibi bir adetim yok ama bu meyvenin adi cok hosuma gitti.

* * * * *

Meyvenin Ingilizce adi “sugar apple”, wikipedia sayfasi burada. Turkce vikipedi sayfasi yok ne yazik ki. Ancak Cince adi tam olarak “Buddha’nın Kafasi” anlamina geliyormus. Sebebi de meyveye tepeden baktiginizda Buda’nin kafasini andirmasi. Meyve su sekilde:

_DSC5562

Google’da gorseller arasinda yapilacak bir aramada da Buddha’nin kafasini gorebilirsiniz. Mesela su sekilde:

Buddha’nin kafasinin neden bu sekilde oldugunun sebebi de -bizim hocaya dayanarak- şöyle; Buddha meditasyon yaparken o kadar uzun sureler boyunca hareketsiz kaliyormus ki artik bir sure sonra kafasina çok afedersiniz kuslar pisliyormus. Boyle de ilginc bir hikayesi var bu meyvenin adinin ve Buddha’nin kafasinin seklinin. Artik inanip inanmamak size kalmis.

* * * * *

Henuz tadina bakamadik cunku su anda olgunlasmamis durumda. Bu yuzden tadi hakkinda yorum yapamiyorum. Ancak oldukca sekerli oldugunu ogrendim. Yumusayana kadar bekleyecegiz. O asamadan sonra da hic bir alet kullanmadan direk el yordamiyla parcalayip yiyecekmisiz. Ben boyle “yumusayincaya kadar” gibi muallak tarifleri sevmiyorum. Ne kadar yumusayacak? Kulak memesi kadar mi? Hoca bana meyveden bahsederken ben de bir yandan icimden “ya iyi de kac gun bekleyecegiz” diye sorup durarak kendi kendimi yiyordum. Bir firsatini bulup “peki asagi yukari kac gun bekleyecegiz” diye sorunca hoca bu sefer de “iste rengi sariya donmeye baslayincaya kadar, sen anlarsin zaten” dedi. Ben de uzatmadim, bekleyip gorecegiz. Tadina bakinca gozlemlerimi tekrar aktaracagim.

Namaste

18/02/2015 Guncellemesi: Bu yaziyi yazdiktan sanirim uc gun sonra meyvelerden bir tanesi baya yumusayinca artik yemeye karar verdik. Icini acinca soyle bir sey ciktiJpeg

Oldukca tatli, kivamini da simdi adlandiramiyorum ama yumusak, pure gibiydi sanki. Dis gibi gorunen parcalar kolayca ayriliyor birbirinden ve iclerinde cekirdekler var. Takip eden gun de ikinci ayni yumusakliga geldi ve onu da yedik 🙂

Heisenberg Belirsizlik Ilkesi

Uzun zamandir “bir parcacigin hem momentumunu hem de konumunu tam olarak bilemeyiz” diye bildigim ve fizik bilgimin eksikliginden korkup da detaylarini ogrenmeye yanasmadigim Heisenberg belirsizlik ilkesini en azindan matematiksel olarak nihayet anladim.

Konunun fiziksel kismini bir kenara birakip (ne kadar mumkunse) olaya tamamen matematiksel acidan bakildiginda aslinda oldukca basitmis: is komutatorlerde bitiyor! 🙂 Cahilligimi bagislayin ama bu kadar basit oldugunu bilmiyordum dogrusu. Asagida baglantisini verecegim (Ingilizce) bir blog yazisinda olay oldukca basit bir sekilde ifade edilmis. Gerekli on bilgiler sadece bir tutam (lineer) cebir. Bugun artik bakkallarin bile lineer cebir bildigi bir donemde oldukca ulasilabilir bir aciklama oldugunu dusunuyorum. Bahsettigim yazi burada. Iyi okumalar.

Ben tatmin oldum. Siz ne diyorsunuz?

Tayvan’dan kısa kısa…

Merhaba sevgili gonul dostları. Yeni yılın ilk yazisinda kisa kisa bazi gelismelere deginecegiz. Her yil sonunda bircok insanin yeni yil hakkinda tutmayacagi sozler vermesi gibi, ben de yeni yilda daha fazla blog yazisi yazmak konusunda bir yonetim kurulu karari aldim.

Gectigimiz ay burada Taiwan Matematik Dernegi’nin yillik toplantisina katildim. Toplanti benim de calistigim National Cheng Kung Universitesi matematik bolumu tarafindan duzenlendi. Bu nedenle baska bir sehir gorup hem ziyaret hem ticaret yapma sansim yoktu. Konusmacilarin hemen hepsi Cince konusuyordu ama neyse ki slaytlari veya tahtaya yazdiklari Ingilizce’ydi de biraz takip edebildim. Bu arada ben de bir konusma yaptim.

Calistaya hosgeldiniz.
Calistaya hosgeldiniz.

Tayvan takdir edersiniz ki biraz zor bir ulke. Ortada muazzam bir dil engeli var. Ingilizce konusan insan bulmak zor, kulturel farklar var vs. Bu nedenlerden midir bilmem, ne zaman sokakta buradan olmayan (gavurlarin deyimiyle caucasian) birisiyle karsilassak insan ister istemez en azindan bir kafa salliyor. O basit kafa sallama hareketine sanki bir “neler yasadigini anliyor ve senin dertlerini paylasiyorum kardes” ifadesi sigdiriyoruz iki saniyede. Calistay esnasinda da kader arkadasi bir Amerikaliyla ayak ustu sohbet etme firsatim oldu. Elinde kahve ve kurabiyelerle yalniz basina takilan iki kisi biz vardik zaten. Neyse, onun diferansiyel denklemler (hem de kismi) benim de cebir calistigim ortaya cikinca anlasarak yollarimizi ayirmaya karar verdik.:)

Calistay sirasinda herkese burada cok yaygin olarak satilan lunch boxlardan verdiler. Cok guzeldi, degme konferans yemeklerine tas cikarir. Soyle bir sey:

Lunch Box
Lunch Box

Davetli konusmacilar arasinda Japonya’dan Shigefumi Mori de vardi. Portekiz’de katildigim Michael Atiyah ve Maxim Kontsevich derslerinin ardindan kendisi, dinleme sansina eristigim ucuncu Fields Madalyasi sahibi oldu. Farkli calisma alanlarimiz olsa da konusmasini genel dinleyici kitlesine gore yapti ve genel kultur acisindan oldukca zevkli bir konusmaydi. Ilginc olan bir olay da, calistaydan onceki hafta boyunca organizatorler tarafindan “calistayda konusma yapacagainiz icin size odeme yapmamiz lazim” diye taciz edilmem oldu. Bendeniz son zamanlarda evden calismaya basladigim icin birkac kez beni bulamayinca panik yaptilar sanirim. Gordugunuz gibi, odeme yapmak icin insanin pesinden kosulan bir ulke de ayni zamanda Tayvan. Bu hesapta olmayan maddi kazanci da calistay sirasinda stand acan kitapcidaki bir noncommutative geometry kitabina harcadim (tam olarak Khalkhali’nin “Basic Noncommutative Geometry” kitabi). Eger yakin gelecekte uzun vadeli planlar yapabilecegim bir pozisyonum olursa girmeyi istedigim bir alan noncommutative geometry. O yuzden guzel bir yatirim oldu.

Aralik ayinda bir de cok guzel bir haber aldim. Max Planck Matematik Enstitusu’ne Hopf cebirleriyle ilgili bir projeyle yaptigim basvuru kabul edildi ve alti ayligina davet edildim. Takvim henuz kesinlesmedi ancak 1 Eylul 2015 – 31 Agustos 2017 arasinda bir yerlerde bu alti ayi kullanmam lazim. Orada kaldigim sure boyunca “akil hocaligimi” Prof. Catharina Stroppel yapacak. Cok heyecan verici bir haberdi, ogrendigimde cok sevindim ve Almanya’ya gitmeyi iple cekiyorum.

Onumuzdeki aylar bir yandan Tayvan sonrasi is durumlarini dusunmekle gececek. Su anda yine Tayvan’a gelmeden once oldugum durumdayim. Ortada birkac alternatif ulke var ve hepsi de olasilik dahilinde. Yani hayatimizin bir baska donum noktasindayiz. Karar verme asamasinin akademik, maddi, ve macera unsurlari var ve bu unsurlarin hepsi de degisik yerleri isaret ediyor. Dogal olarak akademik kaygilar en zor giderileni. Akademik gelisim acisindan bakildiginda gitmeyi istedigim yerlerin beni ise almalari daha az olasi. Hayirlisi 🙂

Yine onumuzdeki bahar aylari seyahatli gececek. Nisan sonunda Suudi Arabistan’da Kral Fahd Petrol ve Mineral Universitesi’nde yapilacak bir calistayda konusma yapmak uzere davet edilim (oyle de onemli bir matematikciyim (!)). Suudi Arabistan degisik bir deneyim olacak, farkli duygular icindeyim. Oradaki bolumde guzel calismalar yapan matematikciler var. Tanismak ve iletisim halinde olmak acisindan guzel olacagini dusunuyorum. Mart-Nisan aylarinda bir diger seyahatimiz de -henuz kesin olmamakla beraber- Izmir’e olacak.

Bunun disinda onumuzdeki Haziran ayinda matematik koyunde “Leavitt Path Algebras and Graph C*-algebras” baslikli bir CIMPA arastirma okulu olacak. Web sayfasi burada. Haziran ayinda Tayvan’da olmam gerekebilir, ancak eger firsatim olursa kesinlikle katilacagim bir etkinlik. Ilgilenenler varsa umarim orada gorusuruz.

Confucius Tapinagi

Tainan’daki Konfucyus tapinagi 1666’da tamamlanmis ve tum Tayvan’daki en eski ve tarihi acidan en onemli yapilardan birisi. Tapinak, Tayvan’in ulusal kahramani, adayi Hollanda egemenliginden kurtaran, benim de calistigim universiteye ismini veren Zheng Chenggong (ya da Koxinga)’nin oglu Zheng Jing tarafindan, danismaninin tavsiyesi uzerine Tainan ve genel olarak Tayvan’in egitimli yonetici ihtiyacini karsilamak amaciyla yaptirilmis.

_DSC4625

Konfucyus tapinaklari Çin kulturunde hep ogrenme ve kultur merkezi olmus. Bugun de burasi tarihi oneme sahip bir eserden çok yerel halk için bir park alani niteliginde. Tapinagin bahcesi icinde spor yapan veya dama oynayan insanlari gormek mumkun. Biz ziyaret ettigimizde de bir konser vardi. 

_DSC4661

Dilek dileme ritueli: 

_DSC4627

Ziyaretimizi bitirmeden kendimize hatira almayi da ihmal etmedik:

_DSC4663

Tainan Şehir Tanrısı Tapınağı

City God Temple
Tapinak islek bir caddede trafigin icinde kalmis durumda.

Sehir tanrisi tapinaklari Çin toplumunda her yonetim merkezinde insa edilmis. Tainan’da da bu tapinaklardan her biri farkli konularla ilgilenen uc adet var. Bunlardan en eskisi, en buyugu ve en onemlisi bu yazida tanitacagim Cheng-Huan (yani sehir tanrisi) tapinagi, sadece Tainan’in degil Tayvan’in da en eskisi.

_DSC4587
Karsinizda sehir tanrisi.

Bu tapinaktaki sehir tanrisi adli ve yerel yonetim konularinda sorumlu. Tapinak 1669 yilinda kurulmus ve yuzyillar icinde birkac defa yenilenmis ve sonunda su anki halini 1777’de almis. Nasil ki devlet gorevlileri halkin bu dunyadaki isleriyle ilgileniyorsa, sehir tanrisi da ayni seyi oteki taraf icin yapiyor. Tapinagin bas tanrisi olan Duke Wei Ning‘in gorevi hayata veda eden insanlarin yasamlarindaki eylemlerini degerlendirip ruhlarinin cennete ya da cehenneme gidecegine karar vermek. Sehir tanrisi bu isi yaparken insanlarin iyi ve kotu davranislarini degerlendirmek icin dev bir abakus kullaniyormus.

_CSC4674
Tanrinin hesap kitap islerini hallettigi abakus.

Tapinagin genel mimari yapisi bir mahkeme salonunu temsil etmek üzere sekillendirilmis ve içerideki karanlık ve kasvetli atmosfer size bunu hissettiriyor sanki. Tapınakta bulunan ve üzerinde “Iste geldin” yazili ahsap tablet insanlara herkesin bir gün hesap vereceğini hatırlatan bir uyarı niteliğinde. Sanki bir “her canlı olumu tadacaktır” havası veriyor. Tapınaktaki tüyler ürperten baska iki tablette de asagi yukarı “tum yaptigin hile ve kotuluk iken, tutsu yakmak neye yarar” ve “eger içinde iyilik varsa, ibadet etmek ya da etmemek ne fark eder” yaziyor.

Sehir tanrisinin iki yaninda 24 tane yardimcisi bulunmakta ve bir devletin organlari gibi bu yardimcilarin da her biri farkli bir daireyle (egitim, bilgi, cehennem vs.) ilgileniyor. Bu tapinaklar sehir yoneticileri icin onemli sayilmakta ve yeni atanan yerel yonetim yetkililerinin gorevlerine baslamadan once buraya gelip dua etmeleri gerekiyormus.

 

Bana boyle filmlerle gelin!

Yillar gectikce izledigim ve izlemek istedigim filmlerin turleri de degismeye basladi. 20’li yaslarin baslarinda ozel efektlerle dolu buyuk yapimlari (Spiderman, x-Men, Fantastic Four vs.) heyecanla beklerken, son yillarda ilgim daha cok bagimsiz filmlere kaydi. Ben merakli bir insanim. Baska ulkelerde, baska mahallelerde insanlarin nasil yasadigina, neler yasadigina, baslarina neler geldigine ve bu baslarina gelen olaylarla nasil basa ciktiklarina deginen; ozel efektlerin neredeyse hic olmadigi, konulariyla farklilik gosteren ve sizin benim gibi insanlarin hayatlarinin bir bolumune tanik oldugumuz filmler hemen ilgimi cekiyor.

Ne demek istedigimi asagida bu turde aklima gelen filmleri siralayarak anlatmaya calisacagim. Hem de kisa bir tavsiye listesi olur ve belki de sizler de birkac film tavsiye edebilirsiniz. Bu filmlerin bana bir diger faydasi da soundtrack’leri sayesinde bircok guzel sarki ve grup tanimis olmamdir. Filmlerin adlarina tiklayarak IMDB sayfalarina ulasabilirsiniz.

SANGUE DO MEU SANGUE

Sangue do meu sangue

Listedeki ilk film 2013 Oscar odullerinde yabanci dilde en iyi film dalinda Portekiz adina yarisan “Sangue Do Meu Sangue”, ya da Turkce adiyla “Kanimin Kani”. Lizbon’un kenar mahallelerinden birinde fakirlik ve siddetin ortasinda yasamlarini devam ettiren bir ailenin yasaminda bir doneme sahitlik ediyoruz.

Portekiz ve Portekizce konusunda her ne kadar duygusal davransam da, bu filmi bu listenin en tepesine koymamin gecerli sebepleri oldugunu filmi izlerseniz goreceksiniz.

SHORT TERM 12

Short_term_12

Bu filmi daha dun gece izledik. Short Term 12’de bir genclik rehabilitasyon merkezine ve orada calisan Grace ve hem sevgilisi hem de is arkadasi olan Mason’in hayatlarina bakis atiyoruz.

Bir yandan her gun merkezde kalan cocuklar ve sorunlariyla basa cikmak zorunda kalan Grace bir yandan da kendi sorunlari ve hayatindaki radikal degisikliklerle mucadele etmek zorunda kaliyor. Hatta oyle ki filmi izlerken “peki Grace’e kim yardim edecek?” diye soruyor insan.

JOE

Joe

Simdi, Nicolas Cage’i ailecek begeniriz. Ancak zaman zaman IMDB’de okudugum yorumlarda bircok insanin benimle ayni fikirde olmadigini gosteriyordu – simdiye kadar. Bu filmden sonra bircok insan “Nicolas Cage’in donusu” tadinda yorumlar birakmis. Kendisi bir yere gitmemisti ki donsun diye cevap yazmak istedim bu yorumlara ama sonra bosverdim gitti.

Bu filme bakacak olursak, aslinda “Rol model olmaya en uzak kisilerden biri olan eski bir suclu, kurtulus ve yok olus arasinda bir secim yapmakla karsi karsiya kalan 15 yasinda bir cocukla karsilasir.” seklindeki tek cumlelik konu ozeti her seyi acikliyor. Ancak yine de uzerinde bir kac sey soylemek gerekirse, hepimizin filmlerde en cok gordugu Amerika imajina degil de, Amerika’da kiyida kenarda kalan ve ana akim sinemada kendilerine az yer bulan insanlarin yasamlarina sahitlik ediyoruz. Nicolas Cage’in oynadigi Joe karakteri bir kereste sirketi icin ormanlik alanlardaki agaclari zehirleyip oldurmekle gorevli bir taseron. Burada bir parantez acip “nasil yani'” sorusunu cevaplandirmak gerekli. Filmde anlatildigina gore bu sirketler henuz olmemis agaclari kesemiyorlarmis, bu sirketler de careyi el altindan adamlar tutarak agaclari zehirlemekte bulmuslar. Okudugum yorumlara gore,  ayni uygulama mesela reklam sirketleri tarafindan yol kenarina kurulan reklam panolarinin gorunmesine engel olan agaclardan kurtulmak icin de yapiliyormus. Ancak ayni yorumlarda bu uygulamanin artik Amerika’da hemen hemen hic gorulmediginden de bahsediliyor. Neyse ki bizim ulkemizde agac kesmek cok kolay ve sirketlerimiz bu tur ivir-zivirlarla ugrasmak zorunda kalmiyorlar.

Filme donecek olursak, zaten kendisi sorunlu bir kisilik olan Joe’nun, alkolik babasinin hayatini zehir ettigi 15 yasindaki Gary’nin gunun birinde cikagelip kendisinden is istemesiyle olaylar gelisiyor.

Filmde Gary’nin babasini canlandiran kisi o kadar dogaldi ki bir ara esime “Ben bu adami bu rol disinda, alkolik olmayan normal birisi olarak hayal edemiyorum” dedigimi hatirliyorum. Sonra ogrendik ki, filmlerinde yerel halktan kisilere rol vermeyi seven yonetmen David Gordon Green bu filmde de Gary’nin babasi Wade -ya da G-Daawg- rolu icin sokaklarda yasayan bir alkolik olan Gary Poulter’a rol vermis. Ne yazik ki Gary Poulter film cekimleri bittikten birkac ay sonra Austin’de sokaklarda hayatini kaybetmis.

Aklima gelen bazi diger filmler de soyle:

Bornova BornovaWinter’s Bone, 50/50Away We GoGarden StateJunoDisconnectThe Woodsman

Mutlaka unuttugum filmler vardir, ancak yaziyi burada bitiriyorum cunku esim mutfaktan kahvalti icin yumurtalari kirmaya cagiriyor. Ovunmek gibi olmasim omletim guzeldir!

Abraços!