Taitung – Dogu Tayvan

Daha önceki bir yazinin sonunda bir calistay vesilesiyle Taitung’a yapacagimiz yolculuktan bahsetmiştim. Sun Moon Lake gezisinden sonra bence en heyecan verici geziydi. Gezinin sebebi grup teorisi ve vertex operatör cebirleri üzerine bir calistaydi. Biraz ilgi alani acisindan alakasız olsa da matematik genel kulturu bakimindan güzel bir etkinlik oldu.

Calistay Taitung Ulusal Universitesi (NTU)’nde yapildi. Taitung sehri adanin dogu kiyisinda, zaten adi tam olarak Dogu Tayvan anlamina geliyor. Kaplicalariyla unlu bir sehir. Tayvan’in dogu kiyilari adanin batisina gore daha az gelismis kismi oluyor. Cografya olarak da biraz zorlu bir bolge. Ince bir kiyi seridinin hemen ardindan yukseklik bir anda 2000 metreye cikabiliyor. Ancak bu yasami zorlastirsa da cok spektakuler manzaralar da olusturuyor. Zaten yuruyus parkurlariyla ve kamp alanlariyla dolu. Asagidaki fotoyu Taitung yerel yonetimi sitesinden aldim:

pic_R183_9

Daha maceraci bir insan olup burada yuruyus ve kamp yapmayi cok isterdim. Bir de ulkenin dogu kiyisi tayfunlarin da en cok etkiledigi kismi oluyor Tayvan’in. Tayfun dedigimiz de iste mesela sunun gibi bir sey:

Taitung’a yanlis hatirlamiyorsam 4-5 saatlik bir tren yolculuguyla ulastik. Aslinda direk seferler de olmasina ragmen gidiste Kaohsiung’ta tren degistirmemiz gerekti. Donuste de direk Tainan’a kadar ayni trenle geldik. Tanistirayim, donuste bizi eve getiren tren:

Bu fotoyou cekerken guvenlik gorevlisinden azari yedik. Aman yemedik senin sari cizgini :)
Bu fotoyou cekerken guvenlik gorevlisinden azari yedik iyi mi. Aman yemedik senin sari cizgini 🙂

Sanirim gunlere bolerek anlatirsam daha duzenli olacak ve boylece daha az sey unuturum herhalde.

6 Mart 2015

6 Mart Cuma sabahi bir gun onceden evde pisirdigimiz yolluklarimizi da cantalarimiza atip Selo’yla tren istasyonunun yolunu tuttuk. Yolluk kismindan biraz detaylı bahsetsem iyi olacak. Zaten Tayvan yemekleriyle arasi pek de iyi olmayan Selin, uzerine bir de hamilelik eklenince yemek konusunda iyice evhamli oldu. Bu yuzden yola cikarken yanimiza ev yapimi kurabiyeler, tost ekmegi, ve peynir falan da aldik. Selin ben olmadigim zamanlarda ogle yemeklerinde otel odasinda evden getirdiklerimizi yedi kiyamam. Disarda yedigimiz zamanlarda da pilavla falan idare etti. Ben de ogle yemeklerinde verilen lunchbox’lari yedim:

Jpeg

Yukarıda bahsettiğim gibi, ilk olarak aktarma yapacagimiz Kaohsiung’a gittik. Burada çok fazla beklemeden hemen bizi Taitung’a, daha doğrusu Jhihben’e goturecek trene atladık. Jhihben’e kadar yanlis hatırlamıyorsam uc saat kadar bir yolumuz vardi. Kaohsiung’tan güneye doğru biraz ilerledikten sonra Pingtung County’e girip biraz daha güneye ilerledikten sonra doğuya yöneldik. Buradan itibaren coğrafya degismeye baslamisti bile. Yoğun ormanların arasından gitmeye ve bir tünelden cikip diğerine girmeye basladik. Bir sure sonra da Tayvan’in doğu kiyisina ulasmistik. Bazen deniz manzarası esliginde, bazen de bir tünelin içinde ilerlemeye devam ettik. Tabi yol ustunde de bir kaç istasyonda durduk. Buralar gorunumleri itibariyle çok kucuk yerleşim yerleriydi ve kiyidan uzakta bulunan bazilari öyle yerlere kurulmuştu ki sanki disaridan tek ulasim sekli demiryoluydu. Olmazsa olmazım olarak içimden “ulan burada yasam nasildir acaba?” diye geçirdim. Çok sakin yerlere benziyorlardı. Neyse, yolculuk boyunca içinden gectigimiz coğrafya disinda kayda değer bir olay yasanmadi. Yolculuğun sonunda da Jhihben’e vardık. Google Haritalar’dan da doğru istasyon olduğunu onayladıktan sonra trenden indik. Bu arada asagida tren istasyonunun konumunu veriyorum. Merak ederseniz etrafa bakinabilirsiniz. Ben Google Haritalar’da saatlerini hiç gormedigi ve hatta goremeyecegi yerlere bakınarak geçiren birisiyim, belki aranızda benim gibi birileri vardır. Üstelik Tayvan’da sokak goruntusu de mevcut!

Bana gidiş yolunu bir matematikçi kesinliğinde anlatan hocam Ke, tren istasyonundan otele taksinin kaç para tutacağını bile soylemisti. Soyledigine göre Jhihben’de taksiciler taksimetre kullanmıyordu ve bana taksiye binmeden önce mutlaka fiyat konusunda anlasmami tembih etti. “İstasyondan otele kadar 250NTD tutması lazım. Eger sana fazla fiyat söylerse pazarlık yap, herkes 250’ye goturuyor de” demişti, hala hatirliyorum. Çok pazarligi sevmeyen birisi olarak isin burasini biraz çetrefilli bulmuştum. Neyse, istasyondan cikinca biraz etrafa bakinalim dedik. Yanlis hatırlamıyorsam Selo acikmisti biraz (ben trende nefis bir lunchbox goturmustum, Selin de yiyiverseydi canim bir kere bi lunchbox:)). Etrafta bakindik ancak gorduklerimiz çok umut vaat etmiyordu, etrafta fazla acik dükkan yoktu. Bu arada istasyondan cikinca soyle bir goruntuyle karsilastik:

_DSC5879

Daha fazla uzaklasmadan tren istasyonu onunde bekleyen taksilere yanastik. Ke’nin bana daha onceden verdigi otelin adresini gosterdim taksiciye ve direk “250NTD” dedi, bu iyi haberdi cunku pazarliga gerek kalmamisti. Hemen atladik taksiye ve otele doğru yola koyulduk. Yanlis hatırlamıyorsam 15 dakika falan gittik. Dediğim gibi Taitung kaplıcalarıyla unlu bir bölge, yol boyunca da sıra sıra oteller vardi. Bizim otel de en sonda, kiyidan en icerdeydi. Ogrendigim kadarıyla kaynağa en yakin otelmiş, sanirim kaplıcalarda bu önemli bir şey. En güzel otelde biz kalacaktık 🙂

Otele vardigimizda vakit daha erkendi. Resepsiyondaki görevlilere “İngilizce insanlar geldi!” diye ufak bir panik havası yasattik ama çok buyuk bir kargaşa yaşanmadan odamıza cikiverdik hemen. Check-in yaparken bir de elimize kaplıca ve karaoke bar icin birer tane giriş bileti verdiler. Odamıza cikip yerleştikten ve biraz da dinlendikten sonra, hiç alakamız olmadigi halde tamamen can sikintisindan ve meraktan havuza bir sans vermeye karar verdik. Selin girmeyecekti zaten ama benim de maceracı ruhum havuzu denemeden gitmeye razı olmadı. Neyse gittik havuza giyindik ettik falan. Ancak kaplicayla uzaktan yakından alakası olmayan ben sanirim en fazla 15 dakika falan durabildim. Kaplıca bana gore değildi, hem ben daha kaplıcaya gidecek kadar eskimemistim! Zaten bir o yana bir bu yana gidip gelmemle diğer havuz sakinlerinin de dikkatini çekmeye baslamistim. En iyisi havuzdan cikmakti. Gerci onlar da o kadar sıcak suda gayet normal bir seymis gibi oturmalarıyla benim dikkatimi çekti. Zaten aksam yemeği icin hoca ve esiyle bulusacaktik.

Aksam yemeğini de derme çatma ama çok güzel yemekler sunan bir yerde yedik. Yemekte hocanın “yemeğin yanında bira içer miyiz?” sorusu üzerine, o güne kadar basariyla surdurdugum ve 4 haftayı geride biraktigim bira içmeme orucumu o gün orada bozmuş oldum. Hatta esi sakayla karisik hocayı da fircalamisti, “cocugun diyetini bozdun” diye. Bu bira içmeme mevzusu baska bir hikaye, baska zamana kalsın.

Yemek bittiğinde daha vakit erkendi, ancak dagin basinda havuz ve karaoke disinda gidecek bir yer yoktu. Biz de karaokeye gitmeye karar verdik. Şarkı söylemeye değil tabi, ben bira içecektim artık diyet bozuldu zaten diye. Daha sonra masamıza kalabalık bir grup geldi ellerinde sakelerle şaraplarla falan. Plastik bardaklara doldurup haslanmis yumurta ve kurutulmuş et esliginde yuvarlıyorlardı sakeleri arka arkaya. Bu adamların kelle olmalarına çok kısa bir zaman var diye geçirdim içimden. Disimdan da soylemis olabilirim, cunku siklikla yaptigim bir sey. Yurtdisinin bu kismi cok guzel. Istedigin gibi konus Turkce. O siralarda bize de ikram ettiler, yok mok dedik ama ben cok fazla israr etmedim cayarlar falan diye. Bir bardak doldurttum dir de yumurta soyuverdim biraz da kuru et, ohh mis. Adamlar isi biliyor. Benim icin o ana kadar bir kahvalti ogesi olan haslanmis yumurtaya bambaska bir boyut katmisti adamlar. Biraz da onlarla ictikten sonra daha fazla kalirsak otelin yolunu bulamayacagimdan korktum. Tayvanli dostlarimiza tesekkur edip odamiza gectik.

7 Mart 2015

Cumartesi gunu konusmalar basliyordu. Sabah kahvalti icin asgiya indigimizde yine kahvaltida yiyecek bir seyler aradik. Neyse ki Sun Moon Lake’teki oteldeki kahvaltidan dolayi hazirlikliydik. Yine de ufak tefek seyler bulup karnimizi doyurabildik. Hatta bizim menemene benzeyen bir sey vardi kahvaltida. Kahvaltidan sonra ben NTU’ya gittim konusmalar icin. Konusmalar bitip de ogleden sonra otele geri donerken otelin hemen yanindaki Jhihben Ulusal Orman Alanina yuryuse gidilecegini ogrendik. Simdi, otelin bulundugu yer bir vadinin yamaci. Orman parki da vadinin karsi yamaci oluyor. Ortada da su var. Otele yaklasik 10 dakika yurume mesafesinde bir kopruyle orman parkinin kapisina geliniyor. Parkta 3-4 tane parkur vardi. Bir tanesi yanlis hatirlamiyorsam 700 basamak tirmanmali falan bir parkurdu, parkin en yuksek kismina cikip, daha sonra dilerseniz yine merdivenlerden ya da kuzey-kuzeydogu tarafina devam edip yavas yavas alcalarak diger parkurlarla parkin diger ucunda birlesiyorsunuz. Cikarim ki ben bu basamaklari ne olacak dedim ama sonra hanimi yormayalim diye biz daha kolay, daha az inmeli cikmali bir parkuru sectik.

Park gercekten cok guzeldi. Ilk defa dogal ortaminda maymun goren masum insanlar olarak durup durup agaclardaki maymunlari seyrettik. Arada dinlendik, hamaklar falan vardi. Guya kolay parkur secmistik ama havadaki nemden dolayi da baya terlemistik. Ama en azindan parkuru tamamlayip geri donduk. Parkin girisindeki cafede birseyler icip biraz hediyeliklere bakindik. Cok ozur dileyerek burada bir seyden bahsetmek istiyorum. Simdi burasi turistik bir bolge. Tamam cok yabanci turistlere hitap eden bir yer degil ama Tayvanlilarin tatil bolgesi olarak geciyor. Bu park da bolgede yogun olarak ziyaret edilen bir yer sonucta. Yani zamaninda Selcuk-Efes’te bir suya dunyanin parasini odemis birisi olarak Tayvan’daki dusuk fiyatlarla karsilasinca bir kere daha sinir oldum. Ayni sey daha da populer olan Sun Moon Lake’te de gecerliydi. Neyse. Parktan ciktiktan sonra yine ayni grupla onceki aksam hoca ve esiyle yemek yedigimiz yerde aksam yemegi yedik. Donunce de odamiza cekildik.

8 Mart 2015

Pazar gunu butun gün konuşmalar vardi. Vertex operator algebra’ya doydum yani. Aksam da bizi agirlayan matematik bolumu baska bir otelde bir yemek verdi bizim icin. Çok güzel bir ortam vardi, katilimcilar genellikle Japon, Cinli ve Tayvanliydi. Bunun disinda benimle birlikte bir tane Amerikali vardi yanlis hatırlamıyorsam yabancı madde olarak.

Japonlar çok farklı insanlar azizim. Yani o grupta hemen kendilerini belli ediyorlardi. Tamamen tavirlarina bakarak soyluyorum, yakından tanidigimdan değil ama hepsi alçak gonullu, saygili, meraklı tipler. Degisikler yani ne bileyim. Yemek boyunca bayagi konuştuk. Matematikçiler kafa insanlar, yine çok eğlendik yemek masasında, çok gulduk. Dehşet yemekler yedik.

Bu table food olayına alisamadim ben abi. Boyle donuyor yemekler masada, tam gozume kestiriyorum “oh su balıktan iki parça alirim” diye, sonra hop tepsi ters yönde dönmeye basliyor. Neyse balık benim onume geliyor, ben etrafı kesip kimse yemek alıyor mu, alıyorsa engel olmayayım, hayvanlık yapmayayım diye bakinirken hop tepsi bir daha donuyor falan. Kibarlık amacli optimum bekleme suresini ayarlamada bir sorun yasadim ama sonra bir senkron tutturduk neyse ki. Yemek bittikten sonra olaysız dagildik.

9 Mart 2015

Pazartesi butun gün geziye ayrilmisti. Kahvaltıdan sonra otobüslere atlayıp yola koyulduk. İlk duragimiz Sansiantai Adasiydi. Sansiantai daha önce adadan okyanusa uzanan ince bir burunmuş. Zamanla dalgaların asindirmasi sonucu karayla olan baglanti kesilmiş ve bir adaya donusmus. Cin mitolojisindeki 8 olumsuzden ucunun zamanında burayı ziyaret ettiği soyleniyormus. Meraklisi icin, bu uc kafadarın isimleri Li Tieguai, Lu Dongbin ve He Xiengu. Buranın karayla baglantisi kopunca 1987 yilinda sekiz kemerli bir kopru yapilmis, kopru de böyle dalgalanarak ilerleyen Cin mitolojisinin olmazsa olmazı ejderhayı animsatiyor.

_DSC5748 (2)

Adanin her yani bitkiler tarafından işgal edilmiş durumda. Sadece ahsap yuruyus yolları yapmislar, hatta bazı yerlerde o bile yok. Erozyonla asinip ilginç şekiller almis kayalar var. Degisikti gerçekten. Kucuk gorunmesine ragmen baya bir yurunuyor. Vakit de ogleye yaklasiyor ve gunes de yakmaya basliyordu. Hatta adaya giderken Selo’ya “donuste bari ayaklarimi sokayim serinleyeyim biraz” demistim. Ancak adaya git-gel 1 saat falan olmustu anca fakat donuste hava iyice kapanmis, ustune de soguk bir ruzgar cikmisti. Zaten fazla da vaktimiz yoktu ve biraz hediyelikcilere bakip otobuse donduk. Bir sure gittikten sonra yoldan sapip ogle yemegi icin kucuk bir kasabaya girdik. Ogrendigimize gore bir balikci kasabasiymis. Yine cok salas bir restoranda hizlica yemek yedik. Sonraki duragimiz da East Coast National Scenic Area’ydi. Burada bir aborjin kultur merkezi vardi. Bizim icin bir gosteri yapacaklardi. Gosteriyi beklerken yine oradaki okyanus muzesini gezdik. Cok guzel taze cekilmis bir kahve ictim muzeden cikinca oradaki kafede, hala hatirliyorum cunku cok tazeydi ve mis gibi kokuyordu. Siparisi verince oradaki gorevli eliyle cekiyor kahveyi falan. Alip kokusunu bir siseye koymak istedim. Etrafa, daglara, denize, agaclara hayran hayran bakip dolastik. Benim calistigim merkezin matematik bolum baskani ve calistayin duzenleyicilerinden Prof. Lam (halka ve modul teorici T.Y. Lam degil yalniz) sagolsun Selo’yla resmimizi cekmeyi teklif etti, hemen atladik tabi. O an bu resimde olumsuzlesti:

_DSC5803

Biraz daha oyalandiktan sonra gosteri basladi. Adanin bu kismindaki yerli halka Amis deniyordu yanlis hatirlamiyorsam. Yaptiklari gosteride de kendi geleneksel muzik aletleriyle bize ufak bir konser verdiler.

_DSC5819

O aletlerden o ses nasil cikiyor gercekten ilginc. Dunya cok ilginc bir yer, gorulecek sasirilacak bir suru sey var. Kisa da bir video cektim bir kuple muzik:

Hatta gosterinin sonunda halay bile cekildi. Ben halayi bozup insanlari dusurup falan hayatlariyla oynamamak icin seyretmekle yetindim.

_DSC5829

Guzel bir gosteriydi, her guzel sey gibi bitti. Manzaraya biraz daha hayran hayran bakildi, bol bol resim cekildi unutursak diye ama nasil unuturum ki. Tayvan’da gittigimiz her yerde oldugu gibi burada da insanlar hep guleryuzluydu. Sakin insanlar cok, degisik gercekten. Neyse konudan sapmayalim. Ben artik otele donuyoruz diye dusunurken otobus bizi baska bir yere daha goturdu. Burasi da yine kiyida, erozyonla olusan ilginc yapilarin oldugu bir kisimdi. Doganin sanat eserleri bir bakima yani. Mesela soyle:

_DSC5857

Burada da yine yuruyus parkurlari vardi. Biraz yuruduk, cokca da denize bakip daldik. Bu sirada bulutlar iyice toplanmaya basladi ve tam biz ayrilmaya hazirlanirken de yagmur atistirmaya basladi. Otobuse bindigimizde artik yorgun hissetmeye baslamistik. Bir ara durduk ve buharda pismis ekmek arasi sandvic (sandvic diyince basit geldi kulagima ama degil) almak icin durduk. Boylece gorduk ki yolda otobusu sabahin korunde bir ekmek firininin onune cekip firindan yeni cikmis ekmek almak gibi aliskanlikar sadece bizde yok. Selin “ben yemicem sen kendine al” dese de ben ileri goruslu birisi olarak birkac kisilik aldim. Zaten yemicem diyen Selin de yedi bi guzel.

Yola devam edip aksam yemegi icin de Taitung sehir merkezine gittik. Burada herkes serbest takildi. Aslinda donup dolasip oraya gidecegimizi bildigimiz halde yemekcilerin orada bir tur attiktan sonra kendimizi McDonald’sa attik. Selin de kac gun sonra bayram etti kiyamam. Artik otele gitmek icin yeterince yorgunduk.

10 Mart 2015

Sali artik donus gunuydu, ama yarim gun konusma vardi. Odayi da bosaltmamiz gerektigi icin Selin de universiteye geldi. Uppsala’dan sonra sanirim ikinci kez matematige maruz kaldi istegi disinda. Kampusun muazzam bir mimarisi vardi, binalar cok guzeldi. Her blokta boyle uclari acik koridorlar vardi. Resim cekmedigim icin benim betimlememle yetinmek zorundasiniz, uzgunum. Yani uclari acik dediysem birer kapiyla disariya bir avluya, acik havaya aciliyordu. Bu avlulara da cok rahat masalar sandalyeler atmislardi. Insanlar ofiste bunalinca belki bi disarda hava alip geliyorlardir ne guzel. Yani ben olsam hava almaya cikardim sik sik. Univeristenin kutuphane binasi da ayri bir guzeldi. Bunu betimlemeye calismayip direk google’dan buldugum bir resmini koyuyorum buraya:

Hobbiton halk kutuphanesi gibi duruyor hakikaten. Her neyse, bu kutuphanenin catisina cikilabiliyor ve catidan okyanus gorunuyor demislerdi bana. Ancak o gun konusmalari kacirmamak icin gitmeyip son gundeki bir boslukta giderim demistim. Ne yazik ki son gun de yagmur yaginca gidemedim. Gelecekte Tayvan’a donmek icin bir sebep daha oldu iste boylece. Konusmalar bittikten sonra kampuste ogle yemegi yedikten sonra bizi tren istasyonuna goturecek aracimiz geldi ve Dunya’nin bir ucunda, daha once ayak basmayi benim bile hayal bile etmedigim bir yere daha veda ettik. Bir daha gitme ihtimalim yok denecek kadar az olan bir yere veda ederken bir garip hissediyorum. Yani Izmir’den ayrilmak gibi degil. Hatta Portekiz’den ayrilirken mesela ilk firsatta donecegime dair bir soz vermistim kendime. Ama bir yere bir daha adim atmayacaginizi bilerek veda etmek cok farkli, neyse. Kayda deger bir olay yasanmayan bir tren yolculugundan sonra eve geri donduk. Bir gezi de boyle bitti iste demeden once Prof. Harada hakkinda bir paragraf acmak istiyorum.

Profesor Harada

Calistayin acilis konusmasini Japon Prof. Koichiro Harada yapti. Kendisi sonlu basit gruplar uzerine yaptigi calismayla taniniyor, Ohio State’ten emekli. Prof. Lam’in da doktora danismaniymis. Ilk gun Ke’yle yemege gitmeden once tanistik otelin lobisinde. Turkiye’den oldugumu ogrendiginde gosterdigi ilgiden anlamaliydim aslinda orada gecirdigim sure boyunca cok sohbet edecegimizi.

Ilk tanisma esnasinda fazla konusmadik, ayakustu konusup neler calistigimdan basettikten sonra biz aksam yemegine gittik. Ertesi gun orman parkinda yuruyuse giderken yanima yaklasip sohbete basladi. Cok merakliydi, cok renkli bir kisilikti. Turkiye ve benimle ilgili merak ettigi her seyi sordu. Ben anlattikca o daha da sordu, cok keyifli sohbetler yaptik. Turkiye hakkinda inanilmaz bilgiliydi, hadi Efes’i, Bergama’yi falan bilmesine sasirmadim hadi ama benim google’a bakmak zorunda kaldigim Mersin’deki bazi seylerden bahsedince sasirdim. Gerci simdi dusununce belki Mersinli birisi de Efes veya Bergama’yi bilmesine sasirabilir. Neyse.

Karsisinda Bulent Arinc vs Japon Prensi gibi hissettim zaman zaman. Bana Turklerin tarihini sordu. Kendisi surekli afedersin (!) Yunan tarihinden, onemli kilometre taslarindan, savaslardan, efsanelerden bahsetti. Benim anlattigim Turk tarihinde bunlarin hicbiri gecmeyince sasirdi biraz. Kendileri okulda Yunan tarihi falan da ogreniyorlarmis. Sonra benim biraz eziklendigimi gorunce belki de teselli amacli olarak kendisinin tarihe oldukca merakli oldugunu, cok okudugunu ve belki de o yuzden bu kadar sey bildigini soyledi. Benim verdigim her bilgiden sonra yuzundeki yeni bir sey ogrenmis olmanin mutlulugunu gorebiliyordum, surekli sasirma ve onaylamayla karisik bir yuz ifadeyisle “Oh I see, I understand now” diyerek yanitladi anlattiklarimi.

Ne yazikti ki benim Japonya hakkinda Tsubasa, Hidetoshi Nakata, Hayao Miyazaki ve animeler disinda pek bir bilgim yoktu. Bir ara kizimiza ne isim verecegimizi bile sordu. Sonra bir gun konu Turkce’den acildi. Kendisine Turkce’nin daha once duydugu hicbir dile benzememesi ilginc geldi. Surekli bize farkli nesnelerin Turkce’deki karsiliklarini sorup Ingilizce, Japonca veya herhangi bildigi bir dil ile bir benzerlik bulmaya calisti ama basarili olamadi. Bu duruma cok sasirdi. Iki-uc gun boyunca ansizin o an aklina gelen kelimelerin Turkce karsiliklarini sordu. Cok uzatmayayim, cok renkli bir kisilikti. Cok canayakindi. Cok guzel sohbetler ettik. Orman parkina yuruyuse giderken Prof Lam bana “Harada’yi takip etmeyin sakin cunku ayak uyduramazsiniz” demisti. Gercekten de kendisi onden onden gaza basip gitti, ayrica o bizim goze alamadigimiz yuzlerce basamakli parkuru da bitirdi kendisi. Boyle de dinc birisiydi. Hatta kutuphanenin catisina cikip bana manzarayi haber veren kisi de kendisiydi. Kendisiyle su resmi cekildik:

_DSC5799

Selin Turkiye’ye donmeden once yaptigimiz son gezimizin yazisi da burada sonlaniyor. Son olarak bir kac resim daha:

“There is a pleasure in the pathless woods, there is a rapture on the lonely shore, there is society, where none intrudes, by the deep sea, and music in its roar: I love not man the less, but Nature more.” – Lord Byron.

Yorum bırakın