Merhaba. Bu sefer Cin Yeni Yili tatilinden de faydalanarak 20 Subat 2015 Cuma gunu Selin’le buradaki komsu sehir Kaohsiung’a gunubirlik yaptigimiz geziden bahsedecegim. Aslinda tatil bahane, esnek calisma saatlerine sahip birisi olarak genelde kafamiza estigi zaman kafamizin estigi yere gidebiliyoruz cok sukur. Postdoc olmanin da boyle bir avantaji var. Ama ne yazik ki bu guzel gunlerin de sonuna yaklasiyoruz.
Neyse, konudan uzaklasmayalim. Oncelikle Kaohsiung hakkinda biraz ansiklopedik bilgi vereyim. Kaohsiung, Tainan’in yaklasik 50km guneyinde yer aliyor. Taiwan’in nufus bakimindan en buyuk ikinci sehri ve ulkenin en buyuk limanina ev sahipligi yapiyor. Yuksek binalar, ticaret merkezleri ve genis caddeleriyle de modern bir sehir goruntusu var. 17. yuzyilda kucuk bir ticaret noktasi olarak kurulduktan sonra adamlar almis yurumus ve su an guney Taiwan’in kalbi durumunda.
Aslinda Kaohsiung’a gitmek pek kafamizda yoktu. Yeni yil tatilinden onceki haftalarda burada birlikte calistigim hocayla (Prof. Ke) ofisinde otururken tatil planlarindan bahsettik. Kendisi bana bir araba kiralayip Tayvan adasinin etrafinda bir tur atmak gibi vahsi ve macera dolu bir oneriyle geldi. Ancak her ne kadar macera seven insanlar olsak da bu teklif pek cazip gelmedi. Unutmadan soyleyeyim, bu tatil planlarinin yapildigi konusma ayni zamanda Ke’nin Fen Fakultesi dekani oldugunu ogrendigim gune de denk geliyor (Facebook’ta bahsetmistim). Tayvan’in Antalya’si konumundaki Kenting’de yerler hep doluydu (pahaliydi desek daha dogru olur sanirim). Daha sonra Ke bana Kaohsiung’a gitmeyi onerdi. Hemen Google Maps acilip gezilecek noktalar belirlendi, planlar yapildi. Birer gizli servis calisani edasiyla kusursuz bir plan yaptik. Eve gidip Selin’e bu planimizdan bahsetmek icin sabirsizlaniyordum. Selin’in de onaylamasiyla her sey hazirdi.
Neyse efendim Cuma sabahi erkenden atladik trene ve dustuk yollara. Tayvan’da trene binmek oldukca keyifli. Hatta trenle adanin etrafini dolasabilirsiniz, oyle de kapsamli bir demiryolu agi var. Kaohsiung’ta ilk duragimiz Lotus Golu idi. Aslinda gol degil de golcuk desek daha dogru olur, ustelik bir de insan yapimi. Adini da golde bulunan nilufer ciceklerinden aliyor. Gol ayrica etrafindaki tapinaklarla da meshur. Ke’nin de bana tavsiyesi gol etrafindaki tapinaklari mutlaka gormekti. Az falan da degil baya tapinak var golun etrafinda. Bunlardan benim en ilgimi ceken “Ejderha ve Kaplan Pagodasi” idi. Birer ejderha ve kaplanin agzindan giris yapmak suretiyle ulasiliyor pagodalara.
Sansimiza, gittigimiz gunun tatil olmasi sebebiyle sanirim, gol cevresi panayir gibiydi. Yemek saticilari yuruyus yolunu sagli sollu isgal etmislerdi. Ben biraz kalabaliktan rahatsiz oldum ama yapacak bir sey yok, adamlarin kendi ulkesi sonucta 🙂 Yurumek, fotograf cekmek, iki dakika soluklanmak falan cok cok zordu. Sakin bir zamanda ziyaret edip daha cok vakit ayirmak isterdim. Zaten yemek konusunda oldukca secici olan Selin bunun ustune karninda minik bir Hatipoglu tasiyor oldugu icin yemeklere hic yanasmadi. Ben de artik yavas yavas ne yedigime dikkat ediyorum. Neyse, soyle manzaralar vardi yemek saticilarinda:
Su izgaracinin onunde durup “abi benim elim bos kalmasin” demedigime pisman oldum simdi fotolara tekrar bakinca. O tapinaga gir, obur kuleye tirman, suraya da bakalim derken ogle vaktine gelmistik. Daha gezilecek cok yer vardi. Bir kosede soluklanip, gezimizin ikinci duragina nasil erisebilirizi tartismaya basladik.
Sonraki duragimiz National Sun Yat-Sen Universitesi kampusuydu. Aslinda biz plaja gidiyorduk ama iste olaya bakin ki plaj universite kampusundeydi. Adamlar denize sifir universite yapmis yahu! Olacak is degil. Yillarini Tinaztepe’de gecirmis birisi olarak cok icerledim bu duruma. Universitenin kampusu muazzamdi. Peyzaj meyzaj adamlar costurmus valla. Hava inanilmaz sicakti Subat ayi olmasina ragmen. Yanimiza mayolarimizi almamistik ancak yine de dizlerimize kadar girdik. O gunlerde Izmir’de kar yagiyordu falan 🙂 Bahsettigim plaj su sekilde, arkada gorunen binalar universite binalari. Bir tanesi yurt binasi hatta otel gibi. Alttaki fotograf da kampusten bir kare.
Suya gir, kumla oyna, ye-ic-dinlen derken fena sicak oldu hava ve vakit de hizla akip gitmisti. Bu yuzden daha fazla durmadik kumsalda. Buradan sonra yakinda sehre hakim bir tepeye cikip sehri izlemeyi, sonrasinda da feribota atlayip limanin karsi tarafina gecip deniz kenarindaki parka gitmeyi dusunuyordum ama yorgunluktan oturu fikir degistirdik. Tabi bu arada saat de aksama dogru ilerliyordu. Selin’in hamileligi nedeniyle de ne olur ne olmaz diyerek cok da fazla kasmayalim dedik. Ne yapalim diye dusunurken aksam yemegi vaktinin yavas yavas geldigini farkedince artik bir sonraki duragimiz belli olmustu. Zaten daha yola cikmadan aksam yemegini Kaohsiung’a daha onceki ziyaretimizde de ugradigimiz Turk restorani Taksim’de yemeye karar vermistik. O yuzden direk metroya atlayip restoranin yolunu tuttuk.
Onceki gidisimizde kendim icin iki ayri yemek soylemem uzerine “once bir porsiyonlari gorseydiniz” diyerek beni gulumseten isletmeci arkadas neyse ki bu sefer ayni hataya dusmedi, ne soylediysem getirdi. Porto’da Mehmet abi ve Rukiye’nin hunerli ellerinden cikan yemekler, donerler ve pidelerle oldukca simartilmis oldugumuz icin yurtdisindaki bir Turk restoraninin kalitesi konusunda cita bir hayli yuksekti. Ancak Taksim’de yediklerimiz ve menu bizi tatmin etti. Yemegin ustune ikram edilen cay da ilac gibi geldi. Aslinda Tainan-Kaohsiung arasi mesafenin kisaligi dusunulurse sirf yemek icin bile gidip gelinebilinir ara sira.
Neyse, yemeklerimizi de yiyip mutlu olduktan sonra donus yoluna hazirdik. Aslinda benim aksam icin bir Night Market’a ugrama planim vardi ama yorgun oldugumuz icin cok israr etmedim. Donus yolunda yururken bizim fuar gibi bir parkin kosesine kondurulmus Ritzenhoff adli cok sirin bir restoran gorduk. Bir seyler icip soluklandiktan sonra tren istasyonuna gidip evimizin yolunu tuttuk. Bir gezi de boyle bitmisti!


