São João 2013

Dun, 23 Haziran gecesi, Porto’daki (muhtemelen) son São João gecemizi yasadik. Portekiz’de her sehrin bir azizi var ve Porto’nunki de Aziz John. Her sehir her sene belli bir zamani bu sekilde etkinliklerle geciriyor, Porto’da da Mayis sonu baslayip Haziran sonuna kadar devam eden bir Aziz John ayi var. Bu ay boyunca genis bir yelpazede etkinlikler gerceklesiyor – konser, sergi, atolye calismalari vs.

Bu kutlamalarin doruk noktasi da 23 Haziran gecesi gerceklesen Aziz John gecesi. Bu gecede sardalya yemek ve insanlarin kafasina plastik cekiclerle vurmak adet. Ayrica koca sarimsaklari sinsice arkanizdan yaklasip burnunuzun dibine sokan sakaci insanlar da mevcut. Bahsettigim plastik cekicler sunlar

Bazilari cok sert vuruyor kafamiz aciyor.
Bazilari cok sert vuruyor kafamiz aciyor.

Biz de her sene yaptigimiz gibi cekicimizi alip nehir kenarindan kalabaligin en yogun oldugu Ribeira tarafina yuruduk. Yolda yururken nehir kenarinda her mahallede kurulmus panayir alanlari var.

Bizim lokmacilarin burdaki hali.
Bizim lokmacilarin burdaki hali.

Burada insanlar kurulan masalarda mangal keyfi yapiyor. Asagidaki kareler Massarelos’tan, bizim mahalleden.

Massarelos2

Buradaki sardalyalar daha buyuk.
Buradaki sardalyalar daha buyuk.
Bir de temizlemeden pisiriyorlar genelde.
Bir de temizlemeden pisiriyorlar genelde.
S. João Romantikleri.
S. João Romantikleri.

Iste bunlar da yol ustunde karsilastigimiz mekanlardan bazilari.

_DSC0021
Iste bu efsaneydi.

Her birinde durup bir seyler yemek isterdi gonul ama daha katedilecek cok yol var Ribeira’ya kadar. Burada bir de utanmadan saat 19:00’dan sonra icki satisi yapiyorlar, devletin buna bir sey yapmasi lazim.

_DSC0019
Iste bunlar hep bira.

Baska bir mangal ve derya kuzulari._DSC0028Gecenin ilerleyen saatlerinde kalabaligin oluk oluk aktigi Ribeira’da da butun mekanlar erkenden dolmustu. Havai fiseklerin atildigi gece yarisina dogru da zaten burada kimse kipirdayamiyordu kalabaliktan dolayi.

Ribeira

Bazi marjinal gruplar polise orantisiz guc uyguladi. Neyse ki polis tahriklere kapilmadi ve grup olaysiz dagildi.

Polise orantisiz guc.
Polise orantisiz guc.

Gece boyunca bir cok dilek feneri birakildi havaya. Biz de mi deneseydik diye dusunduk bir an ama o strese gelemezdik sanirim. _DSC0142Hic denemedim ama sanirim biraz ustalik ve sabir isteyen bir is. Disardan izlemesi daha keyifliydi, cok guzel goruntuler vardi:_DSC0110Bazen tum cabalara ragmen istenmeyen goruntuler ortaya cikti:

Dilekler yaniyor..
Dilekler yaniyor..

Gecenin en tatlisi da gelene gecene hunharca cekici yapistiran su sevimli kizdi:_DSC0147Iste bir São João da boyle gecti, umarim son olmaz ve gelecekte tekrar yasariz. Bizde neden boyle bir festival yok ya da bizde olsa nasil olurdu muhabbetlerine girmek istemiyorum hic (ama sanirim girdim bile). Resimlerin geri kalanini da Flickr hesabima atacagim vakit bulunca. Bir de simdi farkettim sanki kullandigim wordpress sablonu resim paylasimi icin pek uygun degil gibi. Degistirmeli mi acaba..

Son olarak, icki markalari reklam yapabilir mi? Bizde yasaklandi, Avrupa’da da boyle cunku. Asagidaki resim de Uganda’da cekildi zaten. Bir sey illa yasaklanmak isteniyorsa daha guclu argumanlar ortaya sunulmali istiyorum. Avrupa’da da boyle der ve isin icinden cikarsaniz birisi de gelir boyle bir resim ceker iste. Neyse, su guzel ortami boyle muhabbetlerle bozmayalim.

Super Bock afisi.
Super Bock afisi.

Son olarak Enis’e 35mm lensini odunc verdigi icin sonsuz tesekkurler.

Akademik meseleler

Yıllardır tartışılagelen bir konu akademide atama/yükseltmede nelerin ölçüt alınacağı. Türkiye’de her üniversitenin kendine özgü ölçütleri var ve her üniversitenin en belirgin ölçütü yapılan yayınlar. Her devlet üniversitesinin atama kriterleri YÖK‘ün şuradaki sayfasında var. Mesela fen bilimleri alanında yardımcı doçent olarak Dokuz Eylül Üniversitesi’ne atanmak için SCI-E ve SSCI alanlarında en az bir makaleniz olması gerekiyor. Bazı üniversiteler ise akademik etkinliklere (makale, kitap, sunum vs) puan verip, herhangi bir kadroya atanmak için toplanması gereken en az puanı belirtiyor koşul olarak.

Bu kriterlerin konmasındaki amaç akademik performansı bir şekilde ölçülebilir hale getirip atamaları şeffaf ve standart hale getirmek sanırım. Ayrıca tabi insanları SCI kapsamındaki dergilerde yayın yapmaya itmek de amaçlanıyor. Ancak her ne kadar bu işleri sayısal hale getirip seçim sürecini mekanikleştirsek de sistemi bir şekilde kandırmak mümkün oluyor ne yazık ki. Burada bir parantez acip SCI, SCI-E ve SSCI ne demek onlari aciklayayim kisaca. SCI, SSCI, ve SCI-E (Social) Science Citation Index(-Expanded) kelimelerinin bas harfleri. Bunlar aslinda birer dizin ve sosyal bilimler ve fen bilimleri alanlarinda 150 disiplinde 6500 dolayinda dergiyi iceriyor. Buradaki abiler titiz bir hakem ve secim politikasina sahip bilimsel dergileri listeliyorlarmis. Bu indeksler Thomson Reuters isimli sirkete ait. Akademide, bu listelerde yer alan dergilerin guvenilir ve ciddi dergiler oldugu gorusu hakim.

Kişilerin akademide yükselmesinin en önemli koşullarından birisi yayın yapmak olunca, sadece niceliğe odaklı bir sistemde insanlar yaptıkları yayınların niteliğinden çok niceliğine önem vermeye başlıyorlar. Ortada SCI kapsamındaki dergilerde yayınlanan makalelere olan bir talep olunca, bu talebi karşılayan ticari oluşumlar da meydana çıkıyor haliyle. Bu ticari oluşumlar hemen hemen hiç ya da sembolik bir hakemlik ve denetleme süreciyle çalışan ve yollanan makalelerin bir ücret karşılığı basıldığı bilimsel dergiler olarak türemekte. Öyle ki, basit ve amatörce düzenlenmiş bir web sitesi dışında varlığına dair herhangi bir iz olmayan bir çok dergi var.

Konu hakkinda ben daha az yazip, sozu olayi guzel sekilde ozetleyen baska yazilara birakacagim. Sizleri yonlendirecegim ve gercekten okumanizi tavsiye ettigim yazilar 2010 senesine kadar uzaniyor, yani eski mevzular bunlar, ancak guncelligini hala korumakta diye dusunuyorum.

Murat Eren’in “Bilimsel Ahlaksizligin Gri Mecralari” yazisi

Bahsettigim gibi, atama ve yukseltme kosullarinin insanlari kaliteli yayin yapmaya tesvik etmesi beklenmekte. Ne yazik ki bu durum yapilan yayinlarin kalitesini arttirmak yerine var olan yayinlari kaliteliymis gibi gostermeye de yol aciyor. Yukaridaki paragraflarda belirttigim gibi, normal isleyen ve duzgun bir hakem surecine sahip bir dergide yayinlanmasi belki de mumkun olmayacak yayinlar kendilerine yer bulabiliyorlar. Murat Eren’in ornek olarak burada paylastigim ve bu konular uzerine kafa yoran tum arkadaslarimin okumasini istedigim yazisi da bu yayin araclari uzerine.

Murat Eren’in yazisini, yine kendi sozlerini alintilayarak soyle ozetlemek mumkun:

Bu yazı ile, kemikleşmiş denebilecek seviyedeki hırsızlık vakalarına ara verip, bilimde ahlaksızlığın “bilimde hırsızlık” kadar medyatik olmasa da, uzun vadede en az onun kadar tehlikeli olabilecek bir başka boyutuna değinmeyi, dikkatleri biraz da o tarafa çekmeyi deniyorum. Sizlere Türkiye’den de birçok akademisyenin faydalandığı, tam olarak hırsızlık ya da uydurma olmayan yayınlarla gerçekleştirilen bir akademik ahlâksızlık metodunu tanıtmaya gayret edeceğim. En basit hali ile bu metot, vasıfsız akademisyenlerin çeşitli şebekeler yardımı ile başka hiçbir yerde yayınlayamayacakları makalelerini ‘yayınlanmış’ gibi göstererek akademik puan toplamalarına olanak veriyor. Bir diğer deyişle bilim yerinde sayarken, kimi akademisyenler bu yolla mesleklerinde yükseliyorlar.

Ilgili yaziya buradan ulasabilirsiniz. Yine Murat Eren’in, asirma ile ilgili olarak yazdigi “Turkiye Akademisinin Arka Sokaklarindan Tez Manzaralari´´ yazisi da icindeki baglantilarla da dahil olmak uzere okunmaya deger bence.

Son olarak konuyla ilgili olarak Kaan Ozturk’un bu ve bu yazisi da okunmali bence.

Murat Eren’in “Imece Usulu Bilim Cinayeti Konferanslari” yazisi

Herhangi bir universitede kadro alabilmek ve/veya yukselmede kullanilabilecek puanlarin bir kaynagi da konferanslarda yapilan konusmalar. Suistimal burada da kendini duzmece konferanslar seklinde gosteriyor. Yani bir grup insan bir araya geliyor, kagit uzerinde (hatta bazen gercekte de) var olan bir konferans duzenliyor ve siz de oraya katilmis ve konusma yapmis gorunuyorsunuz. Bir nevi hayali ihracat yani.

Murat Eren bu konuda Turkiye’den carpici bir ornek sunuyor yazisinda. Bence okumaya deger. Belki Murat Eren’in yazisinda belirttigi noktalardan daha vahim olani, yazinin muhataplarinin bu iddialara dogru durust cevap vermek yerine isi sacma sapan yerlere cekmeleri (bahsettigim yazinin altindaki yorumlara bakarsaniz ne dedigimi anlayacaksiniz). Bu yaziya da buradan ulasabilirsiniz.

5 Yilda 270 Makale?

Yayin fetisine bir baska ornek de, zamaninda Ege Universitesi Matematik bolumunde goreve yapmakta olan Ahmet Yildirim’in 5 yilda yayinladigi 270 makale ornegi. Akli basinda her matematikci boyle pornografik bir sayiya ( Gokmen Ozdenak’a selam) 5 yilda ulasmanin mumkun olmadigini, isin icinde bir seyler oldugunu sezer. Ben de ilk duydugumda bu sekilde dusunmustum. Kendimden bildiklerim ve cevremden duyduklarima gore, bir makalenin kabul edilmesi ve/veya yayinlanmasi aylar suruyorken, boyle bir sayiya 5 yilda ulasmak zaten huylandiriyor insani. Konu hakkinda eksi’de donen tartisma surada. Ahmet Yildirim su an Ege Universitesi Matematik Bolumu kadrosunda gorunmuyor, akibetini bilmiyorum. Kaan Ozturk’un konu hakkindaki yazisi da surada.

Diger Ornekler

Boyle olaylar sadece Turkiye’de olmuyor, yurtdisinda da ornekleri var. El Naschie olayi mesela var. Bu konuda detayli bilgi ve ilgili baglantilari Kaan Ozturk guzel veriyor.  Bir de duzmece yayin ve bilim konferanslarina ornek olarak ABD’den, (bilgisayar tarafindan uretilmis) uydurma bir makaleyi yayina kabul ettirip ustune bir de konferansa kabul ettirme hikayesi var. Ingilizce baglanti burada. Diger baglantilara tiklayarak hikayenin tamamini okumanizi tavsiye ederim. Ingilizce bilmeyen ve verdigim baglantilari okumaya usenenler icin kisaca ozetleyeyim. Insanlar Mathgen adinda bir bilgisayar programi yaziyorlar, oyle ki siz sadece yazar adlarini giriyorsunuz ve size verdiginiz yazar adlari tarafindan yazilmis gorunen, rastgele uretilmis, okudugunuzda hicbir anlam ifade etmeyen bir matematik makalesi olusturuyor. Mathgen‘i Nate Eldredge aslinda daha once ayni isi bilgisayar bilimleri icin gormek uzere gelistirimis scigen adli programinin kodlarini kullanarak yazmis. 2012 yilinda Mathgen ile uretilmis  “Independent, Negative, Canonically Turing Arrows of Equations and Problems in Applied Formal PDE” baslikli makale Advances in Pure Mathematics dergisinde yayinlanmaya kabul edilmis. Bunun da Ingilizce hikayesi surada. Benzer sekilde, SCIGEN ile uretilen bir bilgisayar bilimleri makalesi ile ABD’de konferansa katilma hikayesini de su baglantida bulabilirsiniz.

Cozum Onerileri ve Yorumlar

Iyi guzel de bu durum nasil cozulecek? Acikcasi ben de bilmiyorum, kafamda bir kac cozum onerisi var ancak bunlarin en dogru cozumler oldugunu soylemem mumkun degil. Hatta bunlarin cozum olup olmayacagi bile mechul. Dogal olarak ve kisa yoldan ahlakli nesiller yetistirmek gerekli diyerek durumu kurtarmak mumkun. Ancak somut oneriler konusunda da yapilacak bir kac sey var bence.

Oncelikle, bence tum atama ve yukseltme kriterleri kaldirilmali ve bolum baskanlarina (ya da daha dogrusu bolumlere) kimi istiyorlarsa ise alma ozgurlugu verilmeli. TUBITAK veya YOK gibi kurumlarin olusturacagi (ve dogal olarak seffaf oldugunu varsaydigim) kurullar bolum performanslarini degerlendirip her bolumu ayri ayri siniflandirabilir. Bu siniflandirmalar daha sonraki yillarda bolumlerin alacagi her turlu mali destek (proje, kadro, burs vs.) hakkinda karar verilirken goz onunde bulundurabilir. Boylece bir nevi kontrol mekanizmasi olusturulup bolum baskanlarina, dekanlara ve rektorlere birimlerinin alacagi not pahasina ozgurce calisma imkani verilir.

SCI ve benzeri siniflandirmalar da sonucta birer ticari olusum. Koca bir ulkenin akademik performansinin degerlendirmesini sonucta ticari kaygilari da olan bir olusumun ellerine birakmak ne kadar saglikli siz karar verin. Sonucta yukarida da ornekleri goruldugu gibi ozellikle SCI-E kapsaminda cok genis bir yelpazede bambaska dergiler olabiliyor. Dolayisiyla bir akademisyenin ozgecmisini degerlendirme konusunda, sadece SCI veya herhangi bir siniflandirma sisteminde yaptigi yayin sayisina bakmak cok sagliksiz bir yontem. Yayinlarin yer aldigi derginin hakemlik surecindeki ciddiyeti ve daha da onemlisi yayinlarin icerigini gormezden gelip sadece sayiya odaklanmak yanlis bir tutum. Bunun yerine ise alma kurullari her adayi tek tek ele alip, adayin dahil oldugu anabilim dali uyeleri pekala her adayin akademik kalitesini degerlendirebilir ve kendilerine en uygun adayi secebilir.

Ayrica yine akademik performansi olcmeye yarayan H-indeksi ve benzeri sayisal yontemlerin de manipulasyona acik oldugunu dusunuyorum. Ozellikle H-indeksinin ulkelerarasi karsilikli atif sebekeleriyle nasil sisirilebildigine dair ornekler de mevcut.

Daha sonra duzenlemeye acik olarak bu yaziyi burada bitiriyorum. Lutfen goruslerinizi ve varsa hatalarimi bildirin. Guc sizinle olsun.